Hipnozun nöropiskofizyolojisi: Hipnotik müdahalelerin nasıl çalıştığının anlaşılmasına doğru

Hipnozun nöropiskofizyolojisi: Hipnotik müdahalelerin nasıl çalıştığının anlaşılmasına doğru

  • 4.70

Hipnozun nöropiskofizyolojisi: Hipnotik müdahalelerin nasıl çalıştığının anlaşılmasına doğru HELEN J. CRAWFORD Virgnia Polytechnic Enstitüsü ve State Universitesi, USA Artık hiç kimse hipnozu bir sağ yarıküre görevi olarak, 1970’lerden beri popüler olan yaygın olarak verilmiş bir teori (ör., Graham, 1977; MacLeod-Morgan, 1982), ya da hipnoz edilebilirlikleri yüksek olan bireylerin daha fazla sağ yarıküresellik sergilediğini (Gur&Gur, 1974) varsayamaz. Daha çok, hipnotik olgunun seçici bir şekilde her iki yarıkürenin kortikal ve altkortikal süreçlerini dikkat ve ‘dikkatsizlik’ süreçlerindeki değişimler kadar görevin doğasına bağlı olarak içerdiği hakkında artan kanıtlar vardır (Crawford, 1994a; Crawford&Gruzelier, 1992; Gruzelier, 1988). Dolayısıyla, hipnoz talimatları ‘ beyin fonksiyonel organizasyonunu değiştiren bir süreci tetikler görülebilir-aynı zamanda var olan merkezi sinir sisteminin fonksiyonel dinamiklerindeki bireysel farklılıklara bağlı bir süreç.’ (Crawford&Gruzelier, 1992, s.265; Crawford, 1996, s.254). “Beynin On Yılı’ olarak da adlandırılan 1990’lardan 21. yüzyıla geçiş sırasında hipnozun nöropsikofizyolojik temelleri hakkında yeni buluşlar yapılmıştır. Disiplinlerarası yaklaşımlar hiç-arıtılmamış elektrofizyolojiksel ve nörogörüntülemete tekniklerle, psikolojik ve fizyolojik olgular hakkında eski ve yeni sorular yönelttiği için heyecen yüksektir. Eğer, Miller, Galanter ve Pribram ‘ın (1960) yeni ufuklar açan kitabı, Davranışın Planları ve Yapısı’ndan bir alıntı: ‘Beynin birlikte yapacak bir şeyi var...akıl olan eski inancı için iyi kanıt vardır (s. 196)’ ciddiye alınacak olursa hipnoz ve onun değişen olguları nöropiskofizyolojiksel bağlara sahip olmalıdır. Bu bölüm, bir soruşturma içinde hipnotik müdahalelerin klinik ve medikal ortamlarda nasıl ve ne zaman verimli bir şekilde çalıştığını anlamaya yardım etmek için hipnoz olgusu ve nörofizyoloji arasında ileri ve geri gidip gelir. (Sınırlı yere bağlı olarak bu yazının içinde hipnozun bu klinik el kitabı ile daha çok ilgili olan çalışmaları yöneltilmiştir. Okuyucu diğer taramalara yönlendirilir: Crawford, 1994a,b,1996; Crawford&Gruzelier, 1992; Crawford, Horton, McClain-Furmanski&Vendemia, 1998; Crawford, Knebel, Vendemia&Horton, 1999; Gruzelier, 1988; Perlini& Spanos, 1991; Perlini, Spanos&Jones, 1996; Spiegel, 1991; ve Spiegel&Vermutten, 1994). Hipnotik yatkınlık klinik bir kontekste bazen alakasız kabul edilebilirken, birçok klinik ve nörofizyolojik çalışmalarda çok ilgili bir aracı (moderatör) olarak gösterimektedir ve dolayısıyla bölüm içerisinde ele alınmıştır. Bu nörofizyolojik bulguların bilgisinin, çalışan klinikçilere hasta ve hastanın ailesi ile olduğu kadar medikal ve psikolojik topluluklarla hipnozun davranışsal tıp ve psikoterapide önemli bir terapatik teknik olarak nasıl çalıştığı konusunda iletişim kurmada yardım edeceği umut edilmektedir. Ayrıca, burda sunulan kanıtlar, hipnozu, acıyla başedebilme için medikal müdahale planlarının gelişiminin entegral bir parçası olarak desteklemektedir. HİPNOTİK DURUMUN NÖROFİZYOLOJİSİ: HİPNOTİZE OLMAK ÇABA GEREKTİRİR Hipnoz, içsel ya da dışsal bir olaya karşı ya da içsel ya da dışsal bir olaydan uzak olan odaklanmış dikkatin yükselmesini içerir (ör., Hilgard, 1965, 1986; Krippner&Bindler, 1974). 19. yüzyıldan beri, hipnotik indüksiyonun ardından hipnotik olarak cevap veren kişiler yaygın olarak derin fiziksel rahatlama ve algıda değişilikler rapor etmektedir (istisnalar için bakınız Bányai&Hilgard, 1976). Bu fiziksel olarak rahatlama durumda, tecrübelerini daha isteksiz ve çabasız olarak (ör., Bowers, 1982-83), fakat, paradoksik bir şekilde, aynı zamanda hipnotik olmayan koşuldakine göre daha yoğun ve daha ilgili rapor etmektedirler. Bu tür paradoksik raporlar dikkatsel çaba (alılanan iş yükü) farkındalığı ve algısal farkındalık arasında bir ayrımı önermektedir. Eğer hipnoz edilebilen kişileri aktif ve hipnoz sırasındaki yeteneklerini (dalma, hayal gücü, gerçekliği test etmekten vazgeçme ve odaklı ve devamlı dikkati de içeren) kullanan ‘yaratıcı problem çözen ajanlar’ (Lynn&Sivec, 1992) olarak görürsek, paradoks ortadan kaldırılır. Klinik ve deneysel literatürdeki yaygın kavramsallaştırmalara zıt bir şekilde, son zamanlardaki EEG ve beyinle ilgilii metabolisma araştırmaları, hipnozun dikkatin ve dikkatsizliğin ilerki dağıtımını talep eden bilişsel bir çaba gerektirdiğini desteklemektedir (Crawford, 1994a,b; Crawford&Gruzelier, 1992; Hilgard, 1986). HİPNOZ EDİLEBİLİRLİKLERİ DÜŞÜK VE YÜKSEK OLAN KİŞİLER ARASINDAKİ EEG FARKLILIKLARI EEG beyin dalga aktiviteleri çalışmalarında, güçlü bir bulgu şudur ki teta gücü (3-7 Hz), odaklı dikkat ile bağlantılı olduğu varsayılan, hipnotik yatkınlık ile positif bir şekilde ilgilidir (ör., Akpinar, Ulett &Itil, 1971; Crawford, 1990; Galbraith, London, Leibovitz, Copper&Hart, 1970; Graffin, Ray&Lundy, 1995; Sabourin, Cutcomb, Crawford&Pribram, 1990; Tebecis, Provins, Farnbach&Pentony, 1975; Ulett, Akpinar&Itil, 1972a,b; tarama için, bakınız Crawford&Gruzelier, 1992). Hiptonik olmayan bir durumda, hipnoz edilebilirlikleri yüksek olan kişilerin (“yüksekler” diye belirtilen), hipnoz edilebilirlikleri düşük olan kişilere kıyasla (“düşükler” diye belirtilen) daha çok teta gücü üretmesi olasıdır. Bu, Tellegen Dalma (Absorption) Ölçeği (ör., Crawford, Brown&Moon, 1993; Tellegen&Atkinson, 1974; tarama için, bakınız Roche&McConkey 1990) ya da Farklı Dikkatsel Süreçler Envanteri (Crawford, Brown&Moon, 1993), ve dikkatsel süreçleri içeren performans ölçümleri tarafından da ölçüldüğü gibi yükseklerin daha çok fazla odaklı ve devamlı dikkatsel yeteneklerinin olduğunu bulan davranışsal araştırmaları destekler niteliktedir. Yüksekler, görsel araştırma (Wallace&Patterson, 1984), gestalt “kapatma” (Crawford, 1981; Wallace, 1990), ters çevirilebilir figürler ve görsel yanılsamalar (ör., Crawford, Brown&Moon, 1993; Wallace, 1986, 1988) gibi dikkatsel görevlerde ve diğer dikkatsel görevlerde daha üstün performans göstermişlerdir (tarama aiçin, bakınız Crawford, 1994a). Bireyler hipnoza girdikçe, EEG teta gücü bazen hem düşükler de hem de yükseklerde olmak üzere çoğunlukla artar. Yüksekler düşüklere kıyasla değişik beyin bölgelerinde daha çok teta gücü üretirler (ör., Crawford, 1990; Graffin, Ray&Lundy, 1995; Sabourin ve ark., 1990). Sabourin ve arkadaşları (1990) hipnotik indüksiyon ve Stanford Hipnotik Yatkınlık Öçeği, Form C tarafından sağlanan standartlaşmış sonraki bir hipnotik öneriler serisi (Weitzenhoffer&Hilgrad, 1962) sırasında, frontal, merkezi ve oksipital bölgelerin her iki yarıküresinde de teta gücünün arttığını belirtmişlerdir. Graffin, Ray ve Lundy (1995), bir sonraki pasif hipnotik koşulda yüksekler için teta düşerken, indüksiyon sırasında teta gücünün arka alanlarda arttığını rapor etmişlerdir. Hipnoz içerisinde, Crawford (1990) frontal, temporal, parietal ve oksipital bölgelerde, hipnoz edilebilirlikleri yüksek olan kişilerin düşük olanlardan anlamlı şekilde daha fazla yüksek teta (5.5-7.5 Hz) ürettiğini bulmuştur. Yüksekler özellikle temporal bölgede, acıya odaklanırken (sol yarıküre baskın), soğuk pressor acı ya da hipnotik analjezi (sağ yarım küre baskın) sırasında, özellikle tetikte olan koşullar sırasında tetanın üretiliyor olabileceği hippocampal sistemin olası diferansiyel içerimini önererek (ör., Crowne, Konow, Drake&Pribram, 1972; Michel, Lehmann, Henggeler&Brandeis, 1992), asimetrik EEG yüksek teta gücü değişimleri göstermiştir. ’40-Hz bant’ olarak adlandırılan, odaklı uyarılma ile birlikte değişen bir değişken olarak bulunmuş 40 Hz etrafında ortalanmış bir yüksek frekans ve düşük gen EEG ritmidir (ör., Sheer, 1976). 40-Hz bant, talamik sinirler alan lokal kortikal nöronlardan gibi görünmektedir (Steriade, Gloor, Llonas, Lopes da Slva&Mesulam, 1990) ve ‘uyarıcının dağıtılmış kortikal temsilini geçici olarak koordine eden ya da bağlayan bir mekanizmanın göstergesi olarak alınmıştır’ (Barlow, 1993, s. 165). Akpinar, Ulett ve Ital (1971) yükseklerde, düşüklere göre hipnotik olmayan dinlenme ve tepki süresi görevleri sırasında daha çok 40-50 Hz-aktivitesi rapor etmişlerdir. De Pascalis ve Penna (1990), hipnoz sırasında düşüklerin her iki yarıkürede de azalmış aktivite gösteririken, yükseklerin daha çok sağ-yarıküresel 40-Hz üretimi gösterdiğini bulmuşlardır. Yükseklerin duygusal durumlarında daha derin bir şekilde ilgili oldukları hipotezi eşliğinde, düşükler değil ama yüksekler, hem hipnotik olmayan (De Pascalis, Marucci, Penna&Pessa, 1987) hem de hipnotik koşullardaki (De Pascalis, Marucci&Penna, 1989) dinlenmeyle karşılaştırılınca, duygusal durumlar sırasında hem sol hem de sağ parieto-occipito-temporal kortexs bağlantılarında daha fazla 40-Hz yoğunluğu göstermişlerdir. 40-Hz ortalama büyüklük kullanalarak, Crawford, Clarke ve Kitner-Triolo (1996), kendileri tarafından üretilmiş olan mutlu ve üzüntülü duygular sırasında düşükler ve yüksekler arasında fark bulmamışladır. İlginç bir şekilde, Schnyer ve Allen (1995), tanıma amnezisi yaşamamış yüksekler veya düşüklere kıyasla, tanıma amnezisi yaşamış yükseklerin indüksiyon sonrası değil ama indüklsiyon öncesi koşullarda anlamlı miktarda daha fazla 40Hz gücü ürettikerini bulmuşlardır. YÜKSEKLER ARASINDAKİ DAHA FAZLA YARIKÜRESEL ASMETRİLER Hipnoz edilebilirlikleri yüksek olan kişiler daha fazla devamlı dikkat ve daha derin ilgili olabilme için daha uygun bir yapıya sahiptirler. Ek olarak, daha fazla bilişsel esneklik, bir stratejiden diğerine ve alternatif bir bilinçlilik durumundan diğerine geçme yeteneğine daha fazla sahip görünmektedirler (ör., Crawford, 1989; Crawford&Allen, 1983; Crawford&Gruzelier, 1992). Benzer şekilde, nörofizyolojik bir seviyede, yüksekler hipnotik ve hipnotik olmayan koşullarda daha fazla EEG yarıküresel özellik göstermektedirler. MacLeod-Morgan ve Lack (982), analitik ve analitik olmayan görevleri yerine getirirken, düşükler yapmaz iken, yükseklerin EEG alfa gücü yarıküresel baskınlığında değişme yaptıklarnı belirmektedirler. Hipnoz ve hipnoz olmayan koşullarda, yüksekler arasındaki belli EEG frekans bantlarındaki daha fazla yarıküresel özellik başka yerlerde de belirtilmekedir (ör., Crawford, 1989; Crawford, Clarke&Kitner-Triolo, 1996; De Pacalis&Palumbo, 1986; Mészáros&Bányai, 1978; Mészáros, Crawford, Szabó, Nagy-Kovács&Révész, 1989; Saubourin ve ark., 1990). Hipnoz, duygusal materyale ulaşımı ve dahil olmayı kolaylaştırır ve bu nedene çoğunlukla hipnoterapinin bir yardımcısı olarak görülür. Hipnoterapi ile çok bağlantılı olarak, yüksekler hipnotik olmayan koşullarda şiddet filmleri seyrederken (Crowsn, Conroy&Chester, 1991) ve positif ve negatif duygular yaşarken (Crawford, 1989; Crawford, Clarke&Kitner-Triolo, 1996; Crawford, Kapelis&Harrison, 1995) çoğunlukla daha yoğun duygulanma rapor ederler. Hipnoz sırasında, yüksekler muhtemelen daha fazla odaklı dikkate ve azalmış genellenmiş gerçeklik yönelimine bağlı olarak duygu dolu hayalin güçlenmiş yoğunluğu ve canlılığını rapor etmektedirler ( ör., Crawford, Clarke&Kitner-Triolo, 1996). Bu, çoğunlukla terapide travmatik materyali ortaya çıkarmak, titre ve metabolize etmek için kullanılan hipnoprojektif ve abreaktif tekniklerin (ör., Brown,&Fromm, 1986; Watkins,1993), neden bazı hastalar için faydalı olduğunu açıklamaya yardımcı olabilir. Ayrıca bu, bize duyarsızaştırma tekniklerinin neden hipnoz tarafından kolaylaştırıldığını anlamada yardımcı olabilir. Nörofizyolojik bir seviyede, duygusal bir uyarıcı verildiğinde (Crawford, Kapelis&Harrison, 1995) ya da duygusal hatıralar oluşturmaları istendiğinde (Crawford, Clarke&Kitner-Triolo, 1996) yüksekler sırasıyla, hem hipnotik hem de hipnotik olmayan koşullarda daha fazla görsel alan ve EEG yarıküresel farklılıklar göstermektedirler. Yüksekler düşüklere göre, sol ve sağ görsel alanlara verilmiş yüzlerin ayırımında kızgın ve mutlu duyguları tanımada anlamlı şekilde daha hızlı olmuşladır (Crawford, Kapelis&Harrison, 1995). Düşükler anlamlı asimetriler göstermezken, sadece yüksekler için sol tarafa göre (sağ görsel alan) sağ taraftan (sol görsel alan) verildiğinde kızgın suratlar daha hızlı tanınmıştır. Hipnoz ve hipnoz olmayan koşularda kendilerinin oluşturduğu mutlu ve üzüntülü duygular sırasında, düşüklere kıyasla yüksekler, parietal bölge, yüksek teta’da, yüksek alfa’da ve devamlı dikkatsel işlemelerle bağlantılı olan tüm frekans bantları olarak16 ve 25Hz arası beta aktivitede, anlamlı derecede daha fazla yarıküresel asimetriler (sola göre daha fazla sağ) göstermişlerdir (Crawford, Clarke&Kitner-Triolo, 1996). Birlikte alındığında bu iki çalışma yükseklerin daha fazla odaklı ve devamlı dikkatlerinin olduğunu önermektedir. Daha hızlı tepki zamanları ve daha fazla EEG aktivitesi ile belirtilen daha fazla sağ parietal aktivite yüksekler arasındaki daha fazla duygusal uyarılma (ör., Heller, 1993) ve/ya da devamlı dikkati önerir şekildedir. FRONTAL LOB AKTİVİTESİ VE HİPNOZ EDİLEBİLİRLİK Çalışmamlarımız hipnoz edilebilirlikleri yüksek olan kişilerin daha etkili ve esnek frontal dikkatsel ve baskılayıcı sistemlere sahip olduğunu önermektedir (Crawford, 1994a,b; Crawford, Brown&Moon, 1993; Crawford&Gruzelier, 1992; Gruzieler&Warren, 1993). Yukarıda tartışılmış olan hipnoz edilebilirlik ve devamlı dikkat süreci arasındaki ilişkiyi gösteren araştırma ile tutarlı bir şekilde, Spiegel ve King tarafından (1992) yapılan şaşırtıcı bir nörokimyasal çalışma frontal lob aktivitesinin hipnoz edilebilirlikle ilgili olduğunu önermektdir. 26 erkek psikiyatrik hasta ve 7 normal erkek kontrolünde, dopamine, metabolite homovanillic asidinin seviyeleri beyni etkileyen (cerebrospinal) sıvı içerisinde değerlendirilmiştir. Yapısal bir ilk olarak, sonuçlar muhtemelen frontal loblar içerisinde kapsanan dopamin aktivitesinin hipnotik konsantrasyon için gerekli olduğunu önermiştir. Gruzelier ve Brow (1985), yükseklerin hipnoz sırasında frontal baskılayıcı hareketindeki artmış aktiviteyi önerir şekilde (Gruzelier, 1990) daha az yönlendirme cevapları ve ilgili işitsel kliklere artan alışma gösterdikerini bulmuşlardır. Gruzelier ve arkadaşları (Gruzelier, 1990; Gruzelier, 1999; Gruzieler&Warren, 1993; tarama için, bakınız Crawford&Gruzelier, 1992), hipnotik indüksiyon sırasında sol frontal dikkatsel sistemin dahil olduğu ve sonra ilgili hipnotik göreve bağlı olarak sol frontal kapsamının beynin diğer taraflarına geçişi ile anlamlı bir azalışını ileri sürmüşlerdir. Aşağıda gözden geçirilmiş olan hipnotik analjezi çalışmamız da frontal baskılayıcı işleme sisteminin aktif olarak kapsanmasını güçlü bir şekilde gösterir. HİPNOZ EDİLEBİLİRLİKLERİ DÜŞÜK VE YÜKSEK OLAN KİŞİLER ARASINDAKİ BEYİNLE İLGİLİ METABOLİSMA FARKLILIKLARI Saedece son zamanlarda, hipnoz sırasındaki kortikal ve altkortikal süreçleri bölgesel betinsel (cerebral) akış (rCBF), pozitron emilme tomografi (PET), tek foton emilme bilgisayar tomografi (SPECT) ve fonksiyonel Magnetik Rezonans Görüntüleme (fMRI) gibi nörogörüntüleme tekniklerle keşfetmeye başlayabildik. Tutarlı bir şekilde, bölgesel beyinsel metabolisma çalışmaları ( yukarıda taranmış EEG çalışmalarından farklı olarak) hipnoz edilebilirlikleri düşük ve yüksek olan kişiler arasında hiçbir uyanıklık farklılığı rapor etmemişlerdir. Bir güçlü bulgu, hipnoz sırasında yükseklerin belli beyin bölgelerinde beyinsel metabolismada artışlar gösterdiğidir (tarama için, bakınız Crawford, 1994a,b, 1996; Crawford&Gruzelier, 1992). Bu, normal olarak sağlıklı ( Crawford, Gur, Skolnick, Gur &Benson, 1993; De Benedittis&Longostreui, 1988; Meyer, Diehl, Ulrich&Meining, 1989) ve psikiyatrik popülasyonlar içerisinde (Walter, 1992; Halama, 1989, 1990) bulunmuştur. Artmış kan akışı ve metabolismasının, artmış mental çaba ile bağlantılı olabileceği verildiğinde (Frith, 1991), bu veri hipnozun artmış kognitif çaba içerebileceğini önermektedir. Sağıklı bireyler arasında, De Benedittis ve Longostreui (1988), hipnoz sırasında düşüklerin değil ama yükseklerin beyin metabolizmasında artışlar gösterdiğini bulmuşladır. Xenon inhalation metodunu kullanarak, Crawford, Gur ve ark. (1993) hipnoz sırasında (dinlenme, önerilen analjezi ile ve önerilen analjezi olmadan ischemic acı) düşüklerde değil ama yükseklerde rCBF’de ek artışlar bulmuşlardır. Dinlenme sırasında, yapılmış bir yolculuğun geçmiş hatıraları taranırken, anterior, parietal, temporal ve temporo-posterior bölgelerdeki fCBF artışları, yükseklerde en büyüğünün iki yanlı temporal alanda olması ile birlikte (yayınlanmamış veri), 13-% 28 aralığında değişmiştir. Meyer ve ark. (1989), hipnotik olarak cevap veren kişiler arasında, hipnotik olarak önerilmiş kol kaldırma sırasında, her iki yarıkürede de rCBF’nin global artışlarını bulmuşlardır. Akustik dikkat sırasında, temporal merkezlerin ek aktivasyonu gözlenmiştir. Hipnotik olarak daraltılmış bilinçlilik odağı altında, ‘aşağı temporal alanların açıklanamayan deaktivasyonu’ vardı (s. 48). Aşağıda daha ayrıntılı bir şekilde tartışıldığı gibi, Crawford, Gur ve ark. (1993), sadece yüksekler arasında, hipnotik analjezi sırasında orbito-frontal ve somatosensory bölgelerin ilerki güçlenmelerini bulmuşlardır. Psikiyatrik bir popülasyon içerisinde (16 nörotik ve 1 epileptik) SPECT kullanarak Halama (1989), daha derin hipnoz edilebilenlerin hipnotik olarak daha az cevap verenlere göre daha fazla CBF artışları göstermesi ile birlikte, hipnoz sırasında global bir kan akışı artışı rapor etmiştir. Hipnoz sırasında, ‘ kortikal bir “frontalizasyon” daha derin alanlardan çok (meta-orbital-seviyenin 4 cm üstünde) özellikle sağ yarıküre ve daha yüksek alanlarda (meta-orbital-seviyenin 7 cm üstünde) yer alır’ (s. 19). Frontal bölge artışları üst ve precentral gyrus bölgeleri kadar, gyrus ön, orta ve altı içermiştir. Bunlar, hipnoz sırasında frontal dikkatesel sistemin daha fazla dahil olmasını önerir şekildedir. Zıt bir şekilde, Brodmann alanları (BA) 39 ve 40’ta olduğu kadar, sol yarım küredeki gyrus temporalis ve alt bölgede, beyin metabolismasında anlamlı derecede bir azalış vardı. Hipnotik talimatlar (ör., indüksiyonlar ve öneriler) beyin fonksiyonel organizasyonunu değiştiren ve bir hipnotik yatkınlık seviyesi tarafından ortalanan bir süreci tetiklemektedir. Artık, hipnozu sağ yarıküresl bir görev olarak, 1970’lerden beri popüler olan yaygınca verilmiş bir teori (ör., Graham,1977; MacLleod-Morgan, 1982) varsayamayız. Burada taranan çalışmalar hipnozun, sol ve sağ yarıkürelerde farklı bölgeleri ya da dahil edilen dikkatsel, algısal, ve bilişsel süreçlere bağlı olarak her iki yarıküreyi de aktive ederek, daha dinamik oduğunu önermektedir. Acıyla başedebilme belki de hipnozun en dramatik ve klinik olarak faydalı uygulaması olduğu için, takip eden bölümde hpnotik analjezi etkileri için nörofizyolojik kanıtlar çok daha ayrıntılı bir detay içerisinde incelenmektedir. HİPNOTİK ANALJEZİ ETKİLERİ İÇİN NÖROFİZYOLOJİK KANIT Hipnoz, yetişkin ve çocuklardaki akut ve kronik acıyı kontrol etmek için belirtilen davranışsal müdahalelerin en iyilerinden bir tanesidir (tarama için, bakınız Barber&Adrian, 1982; Chaves, 1989,1994; Crawford, 1994a, 1995a,b, Crawford, Knebel&Vendemia, 1998; Crawford, Knebel&Vendemia, Horton, Lamas, 1999; Evans, 1987; Evans&Rose, üniteler 18a, 18b bu cilt; Ewin, ünite 19 bu cilt; Gardner&Olness, 1981; Hilgard&Hilgard, 1994; J.R. Hilgard&LeBaron, 1984). Okuyucu, International Journal of Clinical and Experimental Hypnosis (Chaves, Perry&Frankel, 1997,1998) içindeki ‘Acıdan Kurtulmada Hipnoz’ daki 2 özel konuya (Ekim, 1997; Ocak 1998) yönlendirilir. Bu bölüm: a) hipnotik analjezi müdahalelerinin verimliliğini anlamaya yönelik acının nörofizyolojisini anlamadaki güncel gelişmelere b) hipnotik analjezinin nörofizyolojik çalışmalarına yöneliktir. Acı, çok boyutlu ve çok farklı karşılanan bir tecrübedir. Süre gelen birkaç acı modeli ( ör., Melzack, 1992; Pribram, 1991; Price, 1988) acının duyumsal ve duygusal tarafları arasında bir ayrım yapmaktadır. Acı algısında, altkortikal süreçlerin rolleri iyi bilinirken, sadece son zamanlarda beyinsel korteksin rolünü önemsemeye başladık. Acı veren sıcak ya da soğuk uyarıcı kullanarak yapılmı PET ( Casey, Minoshima, Berger, Koeppe, Morrow&Frey, 1994; Jones, Brown, Friston, Qi&Frachowiak, 1991; Talbot, Marret, Evans, Meyer, Bushell&Duncan, 1991), SPECT (Apkarian, Stea, Manglos, Szeverenyi, King&Thomas, 1992; Stea &Akparian, 1992), ve fMRI (Downs, Crawford ve ark., 1998; Crawford, Horton ve ark., 1998; Davis, Wood, Cravley&Mikulis, 1995; Davis, Taylor, Crawley, Wood&Mikulis, 1997) çalışmalarının bulguları, acının duygusal ve duyumsal süreçlerinde kapsanması olası olan kortikal ve altkortikal beyin bölgeleri tanımlamışlardır. Elektrisel diş uyarımı (Hari, Kaukoranta, Reinikainen, Houpaniemie&Mauno, 1983) ve elektrik parmak şoku (Howland, Wakai, Mjaanes, Balog&Cleenand, 1995) magnetoencephalographic (MEG) çalışmaları birkaç kortikal bölgenin dahil olmasına dikkat çeker: S1 ve S2 bölgeleri, duygusal işleme ile bağlantılı olan frontal (frontal operculum) ve parietal (posterior insula) bögeleri kadar, somatosensory işleme ile de geleneksel olarak bağlantılıdır. Bromm ve Chen (1995), 31 EEG rehberliği ile beyin elektriksel kaynak analiz programını kullanarak, birkaç üreticiye sahip olamak için acılı üçlü sinir uyarımına cevapta laser uyandrılmış potansiyeller bulmuşlardır: Üçlü sinir sisteminin ikincil somatosensory alanlarında iki taraflı olarak, frontal kortekste muhtemelen dikkat ve uyarılma süreçlerine bağlı olarak ve daha merkezi bir bölgede (merkezi gyrus) muhtemelen algısal aktive olan ve bilişsel bilgi işlemesi ile bağlantılı olarak. Sol orta parmağı acı veren bir elektrik uyarıcısı ile uyarmanın kullanıldığı İlk f MRI araştırmamız (Downs ve ark., 1998), bütün katılımcıların, ilk somatosensory S1’in ya tek taraflı ya da çift taraflı, tamamlayıcı motor bölgesinin çift taraflı ve ilk motor alanının çift taraflı ya da sadece sağ taraflı aktivasyonunu gösterdiğini bulmuştur. Posterocentral aktivite tutarsız bir şekilde oluşmuştur. Tek taraflı ya da çift taraflı aktivasyon üst ve alt parietal alanlarda, precuneus ve dorsolateral frontal kortekste oluşmuştur. Frontal kutup aktivasyonu bazılarında görünür idi. Özel alanların farklılık göstermesine rağmen, hepsi cingulate kortekste tek ve çift taraflı aktivayon göstermiştir. Talamik olduğu kadar anterior ve/ya da posterior adacık aktivitesi bazı katılımcılarda gözlenmiştir. Dolayısıyla, önceki araştırmalar gibi değerlendirici ve duyum-ayırıcı acıyı içeren geniş bir alana yayılmış nöronal bir ağın aktive edildiğini bulduk. Anterior frontal korteksin somatosensory girdiyi “perifaldan dorsal sütun çekirdeğine ve talamus’tan duyum korteksine doğru’ , hem kortikal hem de altkortikal yapılarda duyumsal işlemenin erken dönemlerinde çalışarak, geçirdiği ya da baskıladığı bilinmektedir (Yamaguchi&Knight, 1990, s. 281). Dolayısıyla, frontal bölge, dikkatsizlik ve başarılı hipnotik analjezi sırasındaki acının baskılanması sırasında dahil edilmek için ilk adaydır. Bölgesel, beyinsel kan akışındaki dinamik değişiklik, EEG aktivitesi, somatosensory olaya-yönelik potansiyeller ve hatta hipnotik analjezi sırasındaki periferal refleks çalışmaları, frontal dikkat sisteminin hipnotik analjezi sırasındaki acı kaynağından gelen somatosensory bilginin baskılanmasında aktif olarak dahil edildiği ve talamus ve muhtemelen diğer beyin yapıları ile acının yoğunluğu algısını düzenlemek için bağlantıları aracılığıyla çalıştığı hipotezine destek sağlamıştır (ör., Crawford, 19941,b; Crawford, Gur ve ark., 1993; Crawford, Knebel ve ark., 1996, 1997). Dikkat ve kollara uygulanan ishemic acıya hipnotik analjezi sırasında, 133-xenon içe çekme (inhalation) metodu kullanarak Crawford, Gur ve ark. (1993), hipnoz edilebilirlikleri düşük ve yüksek olan kişiler arasında farklı rCBF aktivasyon örüntüleri bulmuşlardır. Başarılı hipnotik analjezi sırasında arka frontal orbito-frontal ve somoatosensory bölgelerde, eksiltici teknikler kullanarak sadece yüksekler rCBF’de sonradan gelen büyük artışlar göstermişlerdir. Bu, hipnotik analjezinin denetimsel ve talamakortikal aktivitelerin düzenlenmesinde yardımcı olan topografikli özel baskılayıcı geri bildirim devri içindeki anterior frontal korteksinin dikkatsel kontrol sistemini (Hilgard, 1986) içerdiği görüşünü destekler nitelikte yorumlanmıştır (ör., Birbaumer, Elbert, Canavan&Rockstroh, 1990). Ayrıca bu acı veren uyarıcının baskılanması sırasında mental çabanın oluştuğunu da önermektedir. Dolayısıyla, hipnotik analjezi ve acıdan uzaklaşma daha yüksek bilişsel işleme, mental çaba ve frontal dikkatsel sistemin dahil edilmesini gerektirir. fMRI, PET, ve SPECT nörogörüntüleme teknikleri kullanmış sonraki araştırmalar hipnotik analjezinin hem kortikal hem de altkortikal süreçleri nasıl etkilediğini anlamamızı sağlayacaktır. Örneğin, hipnoz edilebilirlikleri yüksek olan bireyler arasında hipnotik analjeziyi araştırmış ilk fMRI çalışması (Crawford ve ark., 1998; Crawford, Horton, Harrington, Hirsh-Downs, Fox, Daugherty&Downs, 2000) sol orta parmağa verilmiş zararlı uyarıcıya tepki olarak hazır bulunma ve hipnotik anajezi arasında dramatik aktivasyon yer değiştirmeleri göstermiştir. Cingulate korteks’te hazır bulunma sırasında tek taraflı ya da sağ yarıküre aktivasyonu varken, hipnotik analjezide sadece sol yarıküre aktivasyonu kalmıştır. Diğer bulgular arasında, adacık azalmaları ve hipnotik analjezi sırasında talamik aktivitede yer değiştirmeler gözlemledik. İnsan acı tepkileri, beyin somatosensory olaya-yönelik potansiyelleri (SEPs) analizleri üzerinden başarılı bir şekilde çalışılmıştır. Hipnotik olarak önerilmiş analjezi, sonraki SEP parçalarında (100 msec ya da uyarıcından sonra), belli kafa derisi öncülüğünde (leads) acı veren elektriksel (ör., Crawford, 1994a; Crawford, Clarke&Kitner-Triolo, 1996; De Pascalis, Crawford&Marucci, 1992; Meszaros, Bányai&Greguss, 1978; Spiegel, Bierre&Rottenberg, 1989; ama bakınız Meier, Klucken, Soyka&Beomm, 1993), lazer ısısı (ör., Arendt-Nielsen, Zacharie&Bjerring, 1994) ya da diş eti (Sharav&Tal, 1989) uyarımı kullanarak anlamlı azalmalarla sonuçlanmıştır. Çoğunlukla metodolojik kusurları olan önceki çalışmalar karışık kanıt sağlamaktadırlar (tarama için, bakınız Crawford&Gruzelier, 1992; Spiegel, Bierre&Rootenberg, 1989). Anterior cingulate korteks, amygdala, temporal korteks ve obsesif-kompalsif hastalığının değerlendirme ve tedavisinden geçen iki hastanın parietal korteksine sokulmuş çok kafatası içi elektrodlar Kropotov, Crawford&Polyakov’un (1997) acı süreçlerinin tek bir değerlendirmesini yapmasını sağlamıştır. Dikkat koşulları ve hipnotik olarak önerilmiş analjezi sırasında sağ parmağa verilen elektriksel uyarılmalara eşlik eden SEP’lerdeki değişimleri araştırdık. Sadece hipnotik olarak tepkisel hastada, 120-140 msec aralığı içerisinde positif SEP parçasının anlamlı azalması tarafından eşlik edilen önerilen hipnotik analjezi sırasında, azalmış acı algısı vardı. Sol anterior temporal korteks’te, negatif SEP parçasında 210-260 aralığı içerisinde anlamlı bir güçlenme gözlenmiştir. N200 parçasının güçlenmesi, artmış aktif ve kontrol edilmiş baskılayıcı işlemenin göstergesi olarak düşünülmüştür. Amygdala’da hiçbir anlamlı değişim gözlenmemiştir ya da, PET kayıtları sırasında soğuk pressor acıya duygusal değil ama duyumsal hipnotik olarak azalma kullanarak, Fz. Rainville, Duncan, Price, Carrier ve Bushnell (1977) yaşanmış duygusal acı derecesi ve anterior cingulate aktivasyonu arasında bir ilşiki rapor etmişlerdir. Birlikte alındığında, Crawford ve ark. (1998), Kropotov ve ark. (1997) ve Reinville ve ark. (1997), hipnotik analjezi sırasında acıya dikkat sırasında artmış aktivasyonu gösteren bir alan olarak bilinen anterior cingulate’in aktivasyonunda değişimler belirtmişlerdir ( ör., Bromm&Chen, 1995; Jones ve ark. 1991; Talbot ve rak., 1991). Labaratuvarımızda SEP leri iki popülasyon içerisinde değerlendirdik: a) ya düşük ya da, hipnotik anajezi ile birlikte soğuk pressor acı eğitimi sırasında tüm acı algısı ya da stresi tamamen elimine edimiş, ‘virtüöz’ yüksekleri olan mezun olmamış normal kolej öğrencileri (Crawford, 1995b; Crawford ve ark., 1996, 1997; hazırlanmada); ve b) bir grup olarak hipnotik analjezi ile birlikte soğuk pressor eğitiminde ağrılarını %90 kadar azaltabilen, devam eden kronik düşük sırt ağrısı olan yetişkinler (Crawford, Knebel, Kaplan ve ark., 1998). Soğuk pressor acı ile eğitildikten sonra katılımcılar SEP çalışması için diğer hafta dönmüşlerdir. Yoğunluğu çok acı veren ama dayanılabilir şekilde belirlenen (0-10 üzerinde 7-8 puanlık ölçekte) şekilde her katılımcıya titre edilen 30 elektriksel uyarıcı blokları sol orta parmağa verilmiştir. Hipnoz sırasında, bir A-B-A dizaynı uygulanmıştır: a) uyarıcıya normal olarak hazır bulunma b) hipnotik olarak önerilmiş analjezi; ve c) uyarıcıya normal olarak hazır bulunma. Kolej öğrencileri arasında, sağ anterior frontal (Fp1) ve hazır bulunma sırasındaki parietal bölgelerde yüksekler anlamlı derecede daha fazla P70’e sahip olmuşlardı, fakat hipnotik analjezi sırasında sadece sağ anterior frontal bölgede P70’in dramatik bir azalışı vardı. Hipnotik analjezi sırasında, sadece yüksekler merkezi ve parietal bölgelerde P200’in ve merkezi bölgede P300’ün anlamlı azalışını göstermişlerdir. Hipnotik analgesia sırasında, olası bir şekilde her ikisi de daha büyük baskılayıcı işlemeleri yanstıyor olan N140 ve N250 güçlenmiştir. Hipnotik analjezi sırasında, kronik düşük sırt ağrısı olan katılımcılar P200’de (çift taraflı orta frontal ve merkezi ve sol parietal bölgeler) ve P300’de (sağ orta frontal ve merkezi bölgeler) anlamlı azalmalar göstermişlerdir. Ayrıca, var sayılan baskılayıcı işleme, anterior frontal bölgedeki güçlenmiş N140 ve sadece hipnotic analjezi sırasında sol anterior frontal (Fp1) bölgedeki uyarıcı öncesi positif-süren bağlı kortikal potansiyel tarafından kanıtlanmıştır. Bu bulgular, iki acı sürecinin, hipnotik analjezi tarafından etkilendiğini önermektedir: bir tanesi dikkatin acıya ayrılması ile ilgilenen (frontal dikkat sistemi) ve bir tanesi de acının yoğunluğunun algısı ile ilgilenen (talamus ile bağlantılarla çalışan frontal dikkat sistemi ve olası bir şekilde diğer kortikal ve altkortikal bölgeler). Ayrıca, özellikle klinikçelere yönelik olarak, yeni öğrenilmiş deneysel acı azalması becerilerinin katılımcının kendi kronik acısının azalmasına başarılı transferi üzerinden öz-yeterliliğin (self-efficacy) gelişimini kanıtladık (Crawford,Knebel ve ark., 1998). Üç deneysel dönem üzerinden, yaşanan kronik acının anlamlı azalışı, artmış psikolojik iyi olma, ve artmış uyku kalitesi rapor etmişlerdir. Biz ‘ “acının nöral belirleyicilerinin” gelişiminin sonraki acı tecrübelerini etkileyebileceğini (Coderre, Katz, Vaccarino&Melzack, 1993) ve boyutta artabileceğini ve yeniden aktif olabileceğini savunmaktayız (Flor&Birbaumer, 1994; Melzack, 1991, 1993). Dolayısıyla, hipnoz ve diğer psikolojik müdahaleler, kronik acının gelişiminden önce acı başlangıcı için medikal müdahalelerdeki ekler gibi erken ortaya çıkarılmaya ihtiyaç duyar’ (s. 92). Tek anestetik olarak hipnozla diş operasyonu geçiren bir hastada, Chen, Dworkin, Bloomquist (1981) sol yarıkürede alfa ve teta EEG bantlarında daha fazla bir azalma ile birlikte toplam EEG gücünü azalmış bulmuşlardır. Karlin, Morgan, ve Goldstein (1980) soğuk pressor acıya olan hipnotik analjezi sırasında toplam EEG gücünde bipolar parieto-occipital mahrumuyetinde daha fazla tüm sağ yarıkürenin dahil edilmesi şeklinde yorumlanabilecek yer değişimler rapor etmişlerdir. Soğuk pressor acı için hipnotik analjezi olan ve olmayan olan bir EEG çalışmasında Crawford (1990), düşükler hiçbir yarıküresel asimetri göstermezken, sadece yüksekler arasında hipnotik analjezi sırasında teta gücü üretiminde yarıküresel değişimler bulmuşlardı. Temporal bölgede sadece yüksekler acıya konsantre olurken acı azalışı sırasında anlamlı derecede daha fazla sol yarıkürel olarak baskın idiler; ama, hipnotik analjezi sırasında sağ yarıküresel teta gücü baskınlığa doğru bir değişim vardı. Bu, acının baskılanması sırasında frontal dikkatsel sistem ve muhtemelen hippocampal bölgenin dahil edilmesi şeklindeki başka bir kanıt olarak yorumlanmıştır (Crawford,1990; 1994a,b). İyi eğitilmiş, hipnoz edilebilirlikleri yüksek olan kişiler arasında bazı istisnaların kaydedilmiş olamasına rağmen, hipnotik analjezi sırasında tipik olarak akut acıya karşı devam eden otonomik reaktiflik (galvanik deri tepkilerinde, kan basıncı ve nabızda artışlar) vardır (Hilgard&Hilgard, 1994). Dinamik göz bebeği ölçümleri acının hipnotik öneriler yolu ile azalmasına otonomik bir deaktivasyonun eşlik ettiğini ortaya çıkarmışlardır (Grunberger, Linzmayer, Walter ve ark., 1995). Dolayısıyla, hipnotik analjezinin biyokimyasal çalışmaları çok sınırlı ama cesaret verici. İçten gelen maddeler, akapunktur (ör., Kisser ve ark., 1983) ve plasebo (Grevert, Albert, &Goldstein, 1983) tarafından üretilmiş etkiler içinde olduğundan beri, endorfinlerin hipnotik analjezideki rolü keşfedilmektedir. Opiate karşı naloxone, kronik (Spiegel &Albert, 1983) ya da akut (Goldstein& Hilgard, 1975; Joubert&van Os , 1989; Moret, Forster, Laverriere ver ark., 1991) acının hipnotik yatışmasını tipik olarak ters çevirmez. Fakat, Stevenson (1978) böyle bir ters çevirmeyi tek bir katlımıcıda rapor etmiş ve Hilgard (kişisel iletişim, 1976) bir ters çevirmeyi pilot bir katılımcıda gözlemlemiştir. Frid ve Singer (1980) naloxone’nun sadece çevresel stres koşulları altında hipnotik analjezi seviyelerini anlamlı şekilde ters çevirebileceğini bulmuşladır. Ön araştırmalar (ör., Domangue, Margolis, Lieberman&Kaji, 1985; Sternbach, 1982) diğer nörokimyasal süreçlerin hipnoz içerisine dahil edilelebileğini önermektedir. Hipnoanaljezinin ardından acıda anlamlı azalmalar rapor etmiş arterit hastaları, beta-endorfin-bağışıksalreaktifliğinin plasma seviyeleri ortalamasında müdahale sonrası anlamlı artış göstermiş ama, epinefrin, dopamin ya da serotoninin (Domangue ver ark., 1985) plasma seviyelerinde hiçbir değişiklik göstermemişlerdir. Bazı azalan baskılayıcı kontrol sistemlerinin naloxone’a cevap verirken diğerlerinin vermediğini belirtelen son zamanlara ait nörofizyolojik kanıtlar vardır. Noradrenalin, acetylcholine ve dopamin, analjezi ve muhtemelen hipnotik analjezi da yer alan opioid olmayan ileticlerdir. Opioid olmayan ileticilerden ve azalan baskılayıcı sistemlerinden hangilerinin hipnotik analjezi tarafından etkilenebileceği araştırmaya değerdir. Periferal sinir siteminde, hipnozun tek başına etkisi ve hipnotik analjezinin refleks aktivitesi üzerindeki etkisi dikkate alınmıştır. Soleus kasının Holfman refleks genişliği ile ölçülmüş olan motor-nöron uyarılma, hipnoz sırasında hipnoz edilebilirlikleri düşükler arasında değil ama yüksekler arasında anlamlı şekilde azaltılmıştır; ama, önerilmiş analjezi ya da paraliz manipulasyonlarının sonraki bir etkisi olmamıştır (Santarcangelo, Busse&Carli, 1989). Kiernan, Dane, Phillips ve Price (1995), spinal seviyede baskılayıcı süreçlere işaret eden, hipnotik analjezinin R-III noiciceptive refleksi azalatabileceğini bulmuşlardır. Özet olarak, hipnoz edilebilirlikleri yüksek olan kişilerin, frontal dikkat sistemi ile bağlantılı olan daha güçlü dikkatsel filitreleme ve baskılayıcı yeteneklere sahip oduğu konusundaki kanıtlar güçlüdür. Acının kontrolünde anterior frontal dikkatsel sistemin önemi, birbirinden bağımsız EEG çalışmaları, uyarılmış potansiyeller ve beyinsel metabolisma tarafından desteklenmektedir. Orbito-frontal ve somatosensory kortikal bölgelerde bulunmuş bölgesel, beyinsel kan akışı artışı, baskılayıcı bir yapının bilişsel bir aktivitesini önermiştir (Crawford, Gur ve ark., 1993). Aktif baskılama hem ilgisiz uyarıcıyı araştırmayı hem de daha sonra geleni gözardı etmeyi içerir (Crowne ve ark., 1972). Anterior cingulate korteksin dahil olmasındaki (Kropotov, Crawford,&Polyakov, 1997; Rainville ver ark., 1997) değişiklikler ve sağ anterior frontal bölgedeki P70 ortalama genişlikteki azalmalar, hipnotik analjezi sırasında dikkatin dağıtılmasındaki bir azalmayı önerir (Crawford, Clarke&Kitner-Triolo, 1996). Ayrıca, elektrik mühendislerinin yaptığı gibi eğer insan vücudunu bir geri bildirim döngüsü olarak görürsek, hipnotik müdahalelerin periferal refleks aktivitesini bile etkilediği şaşırtıcı olmaz (ör., Kiernan ve ark., 1995). Biz frontal dikkatesel sistemin talamus ve diğer beyin yapıları ile olan bağlantıları aracılığıyla acının yoğuluk algısını düzenlemek için çalıştığını var sayarken (Crawford, Clarke,&Kitner-Triolo, 1996), henüz bu tam olarak gösterilmemiştir. Bizim son zamanlardaki fMRI araştırmalarımız (Crawford ve ark., 1998) kesinlikle talamik, adacık ve diğer beyin yapı aktivitelerinde değişimler bulmuştur. Gelecek nörogörüntüleme ve nörokimyasal çalışmalar hipnotik analgesia’nın akut ve kronik acı için davranışsal bir müdahale olarak nasıl çok etkili olduğu konusundaki bilgimize çok büyük şekilde katkıda bulunacaklardır. HİPNOZ VE PSİKONÖROİMMUNOLOJİ Psikonöroimmunoloji ve akıl-vücut bağlantısına olan şimdiki ilgi ışığında, büyük teoriksel ve pratiksel ilginin bir şekilde ihmal edilmiş hipnoterapi araştırmaları, immonomodulasyona olan katkılarında hipnoza aracılık eden altta yatan nörofizyolojik süreçlerdir. Daha önceki araştırmaların yorumlanması metodolojik sınırlılılar tarafından engellenir; şimdi bu sınırlılıklara yönenilmekte ve en son yapılan araştırmalarla üstesinden gelinmektedir. Stresin azalması, positif duygusal stresin artması, ve çoğunlukla hipnozun klinik uygulamaları sırasıda oluşan artmış hayalsel işleme katkıda bulunan faktörler olabilir. Spiegel (1993), öz-hipnozun (self-hypnosis), hipnoz edilebilirlikleri yüksek olanlar ve belki düşükler olanlar için de azalmış acı ve artmış bağışıklık çalışması ile sonuçlanan kontrol duygularını güçlendirebileceğini önermektedir. Fizyolojik reaktiflik, hipnotik cevap verebilirlik, ruh hali, ve diğer bazı faktörlerin hipnoz ve immununomodulasyon arasındaki varsayılan bağlantılara aracılık edip etmeyeceği ileri araştırmaları gerektirir. Bir literatür taraması (Laidlaw, Richardson, Booth&Large, 1994), ilk Clarkson’nun (1937), Zeller (1944) ve Black ve Mason’nın İngiltere’deki önceki çalışmaları (ör., Black, 1963a,b, 1969; Black, Humphrey&Niven, 1963; Mason&Black, 1958) ile başlamış ve geçen 10 yıl içinde canlanan bir ilgi ile devam eden (ör., Laidlaw, Booth&Large, 1994, 1996; Laidlaw, Large, &Booth, 1997; Laidlaw, Rihardson, Booth&Large, 1994; Zacharie&Bjerring, 1993; Zacharie, Bjerring& Arendt-Nielsen, 1989) hipnoz ve cilt reaktifliğinin kombinasyonunun 50 yıldan fazla bir zamandır araştırıldığını belirtir. Tubberculin’e olan Mantoux tepkisi, Mantoux-positif (Black, Humphery & Niven, 1963; Zacharie, Bjerring& Arendt-Nielsen, 1989) ve hipnoz edilebilirlikleri yüksek olan kişiler tarafından baskılanmıştır, fakat diğer iki çalışma ( Beahrs, Harris, & Hilgard, 1970; Locke, Ransil, Covino ve ark., 1987) bunu tekrarlayamamıştır. Astım hastaları, histamine tepkilerini hipnoz olmayan koşula kıyasla hipnoz olan koşulda daha fazla azaltmışlardır (Laidlaw ver ark., 1994). Yeni Zellanda’daki ilerki çalışmalar, hipnotik öneriler verilmiş deneklerin histamine olan tepkilerine (Laidlaw, Booth&Large, 1996) ve allerjen tepkilere (Laidlaw, Booth&Large, 1997) karşı reaktifliklerini azaltabildiklerini bulmuştur. En büyük etkileri üretmiş olanlar daha çok hipnoz ediebilir olmaya yatkınlık göstermişlerdir (Laidlaw, Booth&Large, 1997). Ruh hali önemli bir bağlı değişken idi: düşük sinirlilik, rahatsızlık belirtme daha küçük sivilceler ile bağlantılı idi (Laidlaw, Booth&Large, 1994,1996). Sğillerin hipnotik tedavisi, lokal ya da plasebo medikasyonlarından daha başarılı bulunmuş idi (ör., Spanos, Williams&Gwyn , 1990). Bu bölümün ötesinde, İleri araştırmalara değer uyanma ve hipnotik önerilere eşlik eden diğer önemli fizyolojik değişimler vardır. Serinleme ve hayal önerileri özellikle iyi hayal edebilen olarak kaydedilmiş yanık hastalarına yanma olayı saatleri içerisinde yardımcı olmuştur (Margolis, Domangue, Ehleben&Shrier, 1983; tarama için, bakınız Patterson, Adcock &Bombardier, 1997). Muhtemelen, önerilere eşilk eden azalmış kaygı ve düşmüş kan basıncı nedeniyle öneriler spinal (Bennett, Benson, Kuiken, 1986) ve maxillofacial ( Enqvist, von Koonow& Bystedt, 1995) hastalarda azalmış kan kaybına neden olmuştur. Ciddi hemofilide öneriler kan pıhtılaşmasını güçlendirmiştir (Swirsky-Sacchetti&Margolis, 1986). Artmış kan hacmi Raynaud’un hastalığında artırılmıştır (Conn&Mott, 1984). Astımın başarılı tedavisinde hipnoz kanıtlanmıştır (ör., Collison, 1975; Ewer&Stewart, 1986). Hipnozun T ve B hücre çalışmasında , nötrofil yapışkanlığında ve diğer bağışıklıksal faktörler üzerindeki olası etkisi, kanser ve iyileşme psikolojisi için önemli yorumlamalara sahip olabilir (ör., Hall, 192-83, Hall, Minnes, Tosi&Olness, 1992; Hall, Mumma, Longo&Dixon, 1992; Ruzyla-Smith, Barabasz, Barabasz &Warner, 1995). SONUÇLAR Hipnoz, yalnız ya da diğer psikolojik müdahalelerle kombine bir şekilde, bir kısım fizyolojik ve psikolojik hastalıkların tedavisi için geçerli bir yardımcı olarak gösterilmektedir. Deneysel kanıtlar hipnoz edilebilirlikleri yüksek olan kişilerin düşük olanlardan daha fazla bilişsel ve fizyolojik esnekliğe sahip olduğunu gösterir (ör., Crawford, 1989). Yüksekler, ayrıntıdan bütünsel startejilere, nöropsikolojik testler tarafından gösterildiği gibi soldan sağ anterior çalışmaya (ör., Gruzelier&Warren, 1993) ve bir uyanıklık durumundan diğerine daha kolay geçiş yaparlar. Kanıtlar taranmış ve bu bilişsel strateji değişimleri, EEG ve görsel alan çalışmalarında görüldüğü gibi, görevlerin karşısında daha fazla nörofizyolojik yarıküresel özgülük ya da baskınlık tarafından kanıtlanmıştır. EEG, uyandırılmış potansiyel ve nöroigörüntüleme ( pET, SPECT, rCBF, fMRI) verisi, hipnotik olgunun bir yarıkürenin kortikal ve altkortikal süreçlerini görevin yapısına bağlı olarak seçici bir şekilde içerdiği konusunda kanıt sağlamıştır. Artık, hiçkimse hipnozu bir sağ yarıküre görevi olarak adlandıramaz. Hipnoz edilebilirlikleri yüksek olan kişiler, frontal dikkatsel sistem ile bağlantılı olabilecek, daha güçlü dikkatsel filtreleme ve baskılama yeteneklerine sahip görünürler. Hipnoz sırasındaki ayrık kontrol, acı için hipnotik analjezi sırasında görülen gibi, EEG teta gücündeki değişimler (ör., Crawford, 1990) ve nörogörüntüleme çalışmalarındaki artmış beyinsel metabolisma (ör., Crawford, Gur ve ark., 1993; Halama, 1989) tarafından kanıtlandığı gibi üst düzey bilişsel ve dikkatsel çaba gerektirir. Algılanan kontrol eksikliği ve düşmüş öz-kavram (self-concept) (Kuzendorf, 1989-90) daha yüksek bilişsel işleme ve yönetim kontrol sistemi içeren ve hala devam eden süreçleri etksiz hale getirmez. Beyin araştırmaları, hipnotik analjezinin klinik ve deneysel gözlemlerini dğruluyor ve genişletiyor. Araştırmalar gösteriyor ki ‘ ‘Beynin birlikte yapacak bir şeyi olan...akıl olan eski inancı için iyi kanıt vardır’ (Miller, Galanter & Pribram, 1960, s. 196). Bu bilgi, hasta ve ailesi kadar medikal ve psikolojik topluluklarla, hipnozun davranışsal tıp ve psikoterapide neden ve nasıl bu kadar önemli bir terapatik bir teknik olduğu konusunda iletişim kurmak için bize yardım edecektir. TEŞEKKÜRLER Klinik iş arkadaşlarıma, toplantılarda ve mükemmel vaka çalışmalarında resmi olmayan tartışmalarınız ve deneysel klinik müdahale çalışmalarınız çok takdir edilmektedir. Sizden, hipnotik müdahalelerin karmaşıklığını takdir etmeyi öğrendim ve labaratuvarda araştırılabilecek olan klinik olgu ve konulara karşı daha tetikte oldum. Burada rapor edilmiş araştırmalar, Ulusal Sağlık Enstitüsü ( 1 R21 RR09598), Spencer Kuruluşu, Ulusal Sağlık Biyomedikal Araştırma Destek Enstitüsü bursları, Virginia Polyteknik Enstitüsünden okul içi burslar, ve State Üniversitesi tarafından ve yazar da Wyoming Üniversitesi tarafından desteklenmiştir.


Artık hiç kimse hipnozu bir sağ yarıküre görevi olarak, 1970’lerden beri popüler olan yaygın olarak verilmiş bir teori (ör., Graham, 1977; MacLeod-Morgan, 1982), ya da hipnoz edilebilirlikleri yüksek olan bireylerin daha fazla sağ yarıküresellik sergilediğini (Gur&Gur, 1974) varsayamaz.