Nefretin Psikopatolojisi: Libidinal Gelişimin Temel Engelleri

Nefretin Psikopatolojisi: Libidinal Gelişimin Temel Engelleri

  • 4.70

Nefretin Psikopatolojisi: Libidinal Gelişimin Temel Engelleri

John F. CLARKIN

Otto F. KERNBERG

Frank E. YEOMANS

Borderline patolojiye nesne ilişkileri yaklaşımında, diğer bazı formülasyonlarda olduğundan farklı olarak, bu patolojide agresyonun rolüne odaklanılır (Beck ve ark. 2004; Linehan 1993; Young 1994). Kimi psikodinamik yaklaşımları da içeren diğer yaklaşımlar (Bateman ve Fonagy 2004; Buie ve Adler 1982/1983; Kohut 1971; Masterson ve Rinsley 1975), içsel agresyonun rolünü tanımlamadan, agresyonu kötü bir davranışa tepki olarak deneyimlenen öfke olarak görebilirler. Aslında, bizim yaklaşımımız kimi zaman öfkenin rolünü fazla vurgulayan ve borderline bireyleri kötü insanlar olarak resmeden bir yaklaşım olarak nitelendirilir. Agresyona karşı tavrımızı netleştirmek açısından şunu söyleyebiliriz: biz onu her bireyin yapısal bir bileşeni, nörobiyolojimizin içine yerleşmiş bir evrimleşme ürünü olarak görmekteyiz (Pankseep 1998). Bunun ötesinde, agresyonu “kötülük” ile eşleştirmek basit bir yaklaşım olacaktır. Evrimsel olarak, agresyonun genç olanların korunmasına, kaynak tedarik edilmesine ve egemenlik sınırının belirlenmesine katkısı olmuştur. Daha medenileşmiş bir ortamda, agresif dürtüler kontrol edilebilir ve kendini ispata, yaratıcılığa ve liderlik özelliklerine uyarlanabilir. Agresyonun tümden kötü olduğu şeklindeki basite indirgeyici önerme, erken psikolojik gelişmedeki tümden iyi tarafın bir istenen durum olduğu fikrinin bir sonucudur. Kendiliğin ve ötekinin tümden iyi olan temsilleri, tümden kötü olanlardan daha gerçekçi olmadığına göre, bireyin hayatın gerçekliğine adapte olabilmesi için bunların tümüyle üstesinden gelinmesi gereklidir. Hastaların tedavisinde agres-yonla çalışmaya yönelik olarak kapsamlı tavrımıza dair son bir not da, hastanın metabolize edilemeyen ve bütünleştirilemeyen agresyonu tarafından bloke ediliyor olabilen sevme kapasitesini en üst seviyede geliştirilebilmesi için, agresyonunun farkına varabilmesine, anlamasına ve bütünleştirmesine yardımcı olun-ması gerektiğidir.

Normal gelişimde ruhsal yapının bölünmüş iyi ve kötü birimleri entegre olur. Bu entegrasyon bundan böyle bölmeyle karakterize olmayan – bunun yerine hem iyi hem de kötü özellikler içeren kendilik ve ötekine dair temsillerle karakterize olan – bir içsel dünyanın gelişmesine yol açar ve kişilikte gerçek dünyanın karmaşıklığına daha adapte olmayı sağlayan bir esnekliğe izin verir (bakınız Şekil 1–4). Bu entegrasyonu yerine getirirken, birey ideal, mükemmel bakım sağlayıcılarla sadistik zorbalar alanından “yeterince iyi” ötekine dair daha gerçekçi bir tutuma doğru yönelir. İçsel imgelerin bu entegrasyonu iki faktör tarafından harekete geçirilir. Bunlardan ilki bilişsel gelişim, yani birbirine zıt uçların bölünmüş modelinin gerçek insanların karmaşıklığına uymadığına dair, pek çok bireyin sahip olduğu algılama becerileridir. İkinci faktör, pek çok bireyin gelişiminde iyi ve tatmin edici deneyimlerin kötü ve engelleyici olanlara kıyasla yaygınlığıdır; iyi deneyimlerin baskınlığının bireye kimi kötü deneyimleri uç düzeyde öfke tepkisine başvurmadan tolere edebilmesine yardımcı olmasıdır. Gelişimin bu aşaması, Melanie Klein’in (1957) depresif pozisyonuna karşılık gelir, böyle isimlendirilmiştir, bunun nedeni hem bireyin tüm kusurlarıyla beraber ötekine hissedilen gerçek insan sevgisi olasılığına doğru ilerlemeye başlarken, diğer yandan da ilkel ideal bakım sağlayıcısının kaybının yasını tutmakta oluşu; hem de daha karmaşık entegre bir ilişkinin bir parçası haline gelmeden önce “kötü nesne”ye yönelik olarak yansıtılan agresif öfkeden dolayı suçluluk hissetmesidir.  Depresif evrenin bu daha karmaşık öteki parçasına karşılık gelen duygu da – daha önceki bölünmüş ruhsal yapıyla ilişkili tümden sevgiye karşılık tümden nefret şeklindeki basit yapıdan – daha karmaşıktır.

Devamı için tıklayınız