Terk Edilme Korkusu
Kuşatma Altındaki Kendilik
JAMES. F. MASTERSON
Tutarlı kendilik algısı meydana getirmek için, çocuk hayatın ilk üç yılında anne ile kaynaşık, sembiyotik bir birim olmadığını öğrenmelidir. Mahler ve diğerlerinin araştırmalarının açıkça gösterdiği gibi, anne ve çocuk (ve baba) bir çeşit koreografikleştirilmiş verme ve alma, serbest bırakma ve geri dönme, risk alma ve geri çekilme, öğrenme ve sınama dansı ile meşgul olmaktadır. Çocuk kaçar, anne peşinden koşar; çocuk keşfe çıkar ve güveni yenilemek için ona geri gelir; keşfin heyecanıyla desteklenmiş olarak cesaret edip öteye gider ve macera fazla tehditkâr olunca veya kendi kırılgan kimlik duygusu ve sürekliliği yıpranınca ve terk duyguları onu alt edince, duygusal yakıt ikmali için geri döner. Normal, sağlıklı çocukların gelişiminde anne çocuğunun çabalarını onaylar ve destekler. Sahte kendilik tarafından hâkim olunan bireylerin gelişiminde bu kendini ifade örüntüleri ve anne desteği gerçekleşmemiştir. Neden?
Bazı çocukların gerçek kendiliği güçlendirecek ve geliştirecek biçimlerde ayrılma ve kendilerini ifade etmedeki başarısızlıklarını üç etken izah eder: yaradılış, büyütülme ve kader.
Nasıl ki her insanoğlu fiziksel gelişmeyi belirli limitler içerisinde oluşturacak ve rehberlik edecek doğuştan gelen genetik yapıyla doğar, her birimiz de hayata psikolojik potansiyellerimizi etkileyecek farklı genetik potansiyellerle başlarız. Kaç yıl antrenman yaparsak yapalım hepimiz Olimpik jimnastikçiler olmayacağız. Ne de hepimiz şair olarak Shakespeare veya Keats’ın yanında yer almayı başaracağız. Fiziksel ve entelektüel sınırlamalar döllenme esnasında bizim içimize örülürler; belirli parametreler içinde eğitim ve alıştırma yapmak yeteneklerimizi geliştirebilir ama eninde sonunda ötesine geçmemizin basitçe alnımıza yazılmadığı bir takım kısıtlamalarla engellenmişizdir.
Aynı şey gerçek kendiliğin kapasiteleri için geçerlidir. Döllenme sırasında, büyük ihtimalle çocuklar hayatlarında geliştirilebilecek psikolojik kapasiteler için en azından potansiyellerin bazılarını alırlar. Genetik kalıtımımızın ve biyolojik yaradılışımızın bir kısmı bu psikolojik kabiliyetlerdeki sınırlamalarını ve eksikliklerini içerir. Örneğin, bazı çocuklar ve ebeveynler doğal olarak utangaç, içe kapalı, çekingendirler; diğerleri girişken, dışa dönük, cesurdurlar. Bazıları idare edilmeye gereksinim duyarlar; bazıları kendi idarelerini ele alırlar. Bazıları her zaman başka insanların eşliğine diğerlerinin duyacağından daha büyük derecede ihtiyaç duyacaklardır. Bazı bireylerin kendilerini hedeflere veya kariyere veya diğer insanlara adaması diğerlerinde olduğundan daha güçlü ve baskındır. Yetenek ve beceri olarak eşit değiliz ve eşit başlamadık.
Tek başına başarılı bir biçimde iş göremeyen ergenler üzerinde yaptığım araştırmalarda bir kaçının hastanede tedavi esnasında gelişme gösteriyor gibi göründüklerini, ayrıldıktan kısa bir süre sonra patolojik davranışlarına dönmüş olduklarının farkına vardım. Son takip araştırmalarında hiçbir zaman iyileşmemiş olduklarını gösterdi.1
Çocuklukta klinik çöküntü olmadan hayatta kaldıkları, ergenlikte parçalandıkları, arkasından hastanede iyileşmiş gözüktükleri, ama taburcu olduklarında dağıldıkları gerçeğini nasıl açıklamalı? Bölüm 2’de anlatıldığı gibi kendilik, anne imgesinden doğduğunda annenin imgesini ve onun adına yerine getirdiği yardımcı işlevlerini de içselleştirir veya “içeri alır”. Bu işlevler (gerçeklik algısı, dürtü kontrolü, düş kırıklığı toleransı, ego sınırları) özerk kendilik aktivasyonu kapasitesine büyük katkıda bulunurlar.
Bu hastalarda bu imge ve bağlantılı işlevlerin içselleştirilmemiş olması gerçeği onların çocukluklarında gizlenmiştir, çünkü kader nazik davranmış ve bu çocukları aşırıya kaçan ayrılık stresine maruz bırakmamıştır ve çünkü çocuğa işlev görmesine katkıda bulunan dış ebeveyn otoritesine bağlı olmasına izin veren bir “bağımlılık şemsiyesi” vardır. Diğer bir deyişle çocuğun özerk olarak işlev görmesi beklenmez. Bununla birlikte, ergenlik şemsiyeyi kaldırır ve büyüyen çocuğu özgürleşme görevlerine ve özerk olarak işlev görme ihtiyacına maruz bırakır. Bu noktada altta yatan kendilik aktivasyonuyla olan sıkıntı klinik bir sendrom olarak ortaya çıkar. Araştırmamdaki ergenler hastanede iyileşiyor gibi görünüyorlardı, çünkü bağımlı olabilecekleri dış otoritenin varlığı erken çocukluk ortamını yeniden oluşturmuştu. İyileşmiş görünmüşlerdi, ama bu değişiklikler terapistin ve hastanenin desteği kaldırıldığında devam edemedi. Taburcu olduklarında dağılmış olmaları gerçeği, ne çocuklukta anneyle, ne de sonraları terapistle etkileşimlerini içselleştirme temel kapasitelerine sahip olmadıklarını güçlü bir biçimde akla getiriyordu ve bu yaşam boyu süren ayrılma ve özerk duruma gelme acziyeti muhtemel olarak kalıtsal bir genetik kusurdandı. Erken geçmişleri, araştırmada daha başarılı olan diğer ergen hastaların erken geçmişlerinden daha kötü olmadığından, bunun ağır hasar bırakan gelişim deneyimlerinden kaynaklanmış olma olasılığı zayıftı.
Halen bu tip genetik kusurun gerçek doğasına ilişkin araştırma delili azdır ama durumları doğrudan yetiştirilme hatalarına veya kaderin etkilerine bağlanamayacak ağır hasar görmüş bazı bireylerin herhangi bir tipte terapiye cevap vermediklerini gördük; bu vakalardaki problemin kökünün genetik veya biyolojik kusurda yattığını var sayıyoruz. Örneğin, araştırmalar, çocukluk psikozu olanların en iyi anneliğe bile cevap vermeyeceğini göstermiştir. Bu vakalarda, yetersiz anneliğin değil bazı kalıtsal kusurların sorumlu olduğu anlaşılıyor.2
Böylece, hepimizin hayatının ilk üç yılını aynı kolaylık veya zorlukla geçirmeyeceğimiz sorumluluğunu doğa almış görünüyor. Bazılarımız annelerimizden ayrılacağız ve kendi eşsizliğimizi daha kolayca ifade edeceğiz; bazılarımız bunu yapabilmek için daha zorlu mücadele içinde olacak. Doğa her birimize gerçek bir kendilik geliştirmek için aynı psikolojik tohumları bağışlamamıştır ve yetişkin olarak her insan gerçek kendiliğin kapasiteleri içinde kendine özgü dayanıklılıklar ve zaaflar aralığına sahiptir. Nasıl ki bir ağaç, meyve, çiçek, yapraklar, kabuk ve yapı çekirdeklerin en küçüğündedir, büyüyecek ve gelişecek olanlar doğumda mevcut olanlardır.
Çocuğun kalıtsal psikolojik potansiyelinin ne oranda tam, pürüzsüz ve çabuk gelişeceği kısmen annenin ve daha küçük bir oranda babanın gerçek kendiliğin tohumlarının büyüyebileceği ortamı sağlamaktaki psikolojik becerisine dayanır. Çocuğun kendilik imgesi annenin sembiyotik imgesinden doğar. Çoğu ailede anne birincil bakıcıdır ve baba ikincil rolü oynar, annenin psikolojik gelişmeyi büyütme ve besleme yetenekleri üzerindeki vurgu bu yüzdendir. Bu bağlamda besleme; koruma, sıcaklık veya gıda gibi fiziksel desteğe değil, ama daha belirli bir besin verme biçimine, çocuğun gerçek kendiliğinin özgün, bireyselleştirici niteliklerinin ortaya çıkmasına gönderme yapar. Ebeveynler, körpe çocuğun ortaya çıkan, fiziksel olarak uyarıcı ama güvenli, çocuğun gelişim safhası için sosyal olarak zorlu ama üstesinden gelinebilir, düşünsel olarak coşturucu ama duygusal olarak emin bir ortamda serpilecek olan kendiliğinin özgün ve kişisel özelliklerini ayırt edebilmek ve olumlu duygusal destekle karşılık verebilmek zorundadırlar.
Anahtar annenin çocuğun ortaya çıkan kendiliğini kavrama ve destekleme becerisidir, çünkü bu destek olmadan çocuk annesini kendi çabalarını geri alan ve onaylamayan olarak deneyimler. Anne çeşitli sebeplerden yetersiz karşılık verebilir. Psikolojik olarak dengesiz olabilir –borderline, narsisist, psikotik, psikopatik veya manik-depresif. Yeterli karşılık vermeyebilir, çünkü kendisi bir kayıp yaşamış olabilir ve bunalımdadır veya hatta fiziksel olarak hastadır veya gerçekten namevcuttur. Karşılık verememezliği çocuğun gerçek kendiliğinin meydana çıkamayacağı iklimi üretir.
Kendilik algısı bozulmuş3 olan ergenler üzerine olan araştırmamda, bir çoğununun, ancak hepsinin değil, kendileri bozuk gerçek kendilik sıkıntısını çekmiş annelere sahip olduğunu anladım. Anneler de ayrılıktan korkuyorlardı ve her ne pahasına olursa olsun bunu önlemeye çalışmışlardı. Bu vakalarda bedel çocuklarındaki gerçek bir kendiliğin normal gelişimiydi. Bir örnek olması için, emin bir kendilik algısı geliştirmeyi başaramamış bir anne, çocuğun kendi duygusal dengesini sürdürmesi yerine bağımlı kalması için cesaretlendirerek sembiyotik bağın devamını teşvik etme eğilimindeydi/eğiliminde olmuştu.
Karşı konulmaz bir biçimde, onu er geç sonsuza kadar terk etmesi kaderinde yazılı olan bir uyarı gibi kulağa gelen çocuğunun beliren bireyselliğiyle tehdit edilmiş gibi görünüyordu. Terk etme olarak algıladığıyla başa çıkamayarak, çocuğun ondan ayrılma ve kendini oyun ve dünyanın keşfi aracılığıyla ifade etme çabalarını destekleyememişti. Kendi ayrılık anksiyetelerinden kaçınmak için savunmacı manevraları, ayrılığı önlemek ve çocuğun bireyselleşmeye doğru girişimlerinde cesaretini kırmak için desteğini çekerek çocuğa yapışmasına neden olmuştu.
Kısacası, çocuğunu gerçekte olduğu gibi -büyüyen ve yönlendirilmesi zorunlu olan gereksinimleriyle gelişen- kabul edemedi. Çocuğu, kendi ayrılma depresyonu duygularına karşı savunma gibi kullanılacak daimi bir küçük bebek –daha kötüsü, bir nesne- olarak algıladı. Bu yüzden çocuğun baş gösteren bireyselleşmesine yanıt veremedi. Karşılığında çocuk anneyi korkuttuğunu fark ettiği potansiyel kendilik parçalarına boş vermeyi ve hatta onlardan korkmayı öğrendi. Zamanla, ondan onay almaya devam etmek için duygularını, arzularını ve faaliyetlerini bastırdı. Sonra anne ve çocuğun her ikisi de bu etkileşimin çocuğun büyümesinde yıkıcı olduğunu yadsıdılar.
JAMES. F. MASTERSON
Devamı için tıklayınız