Bebekliğe Dair Perspektifler ve Yaklaşımlar

Bebekliğe Dair Perspektifler ve Yaklaşımlar

  • 4.70

Bebekliğe Dair Perspektifler ve Yaklaşımlar

Daniel N. STERN

Gelişimsel psikoloji bebek üzerine sorgulamalarını ancak bebek gözlem altındayken sürdürebilir. Gözlemlenen davranışları öznel deneyimlerle ilişkilendirmek için çıkarımsal sıçramalar yapmak gerekir. Elbette kişinin gelişimsel sıçramalar yaptığına dair veri tabanı daha kapsamlı ve yerleşik olduğunda çıkarımlar da daha doğru olacaktır. Bebeklere dair sahip olduğumuz çoğu bilginin kaynağı doğal gözlemlere ve deneysel gözlemlere dayandığından intrapsişik deneyim üzerine çalışmalar doğrudan gözlemlerden elde edilen bilgilerce beslenmelidir. Ancak en iyi durumda bebeğin erişilebilir kapasitelerine dair gözlemler ancak öznel deneyimin sınırlarını tanımlamaya yardımcı olur. Bu deneyimin tam olarak hesabını tutabilmek için klinik sahadan gelen görüşlere ihtiyacımız var. Bunun için de ikinci bir yaklaşım elzemdir.

Gelişimsel psikolojide gözlemlendiği haliyle bebeğe karşın psikanalitik kuramlar klinik pratikleri esnasında (temelinde yetişkinlerle) farklı bir “bebek” kurgulamıştır. Bu bebek, yetişkinliğinde bebeklik deneyimi üzerine bir kurama sahip psikiyatristin danışanı olacak olan kişi ve terapistten ibaret iki kişinin ortak bir üretimidir. Bu yeniden inşa edilen bebek anılardan, aktarım anında mevcut yeniden sahnelemelerden ve bir kurama dayanan yorumlardan ibarettir. Bu yaratıma klinik bebek diyorum ve bunu davranışları ortaya çıktığı anda araştırılan gözlemlenen bebekten ayırıyorum. Bu yaklaşımların her ikisi de bebeğin kendilik hissinin gelişimine odaklanan mevcut ödevimiz için vazgeçilmezdir. Klinik bebek gözlemlenen bebeğe öznel yaşam soluğunu üflerken; gözlemlenen bebek klinik bebeğin çıkarımda bulunulan öznel yaşamını inşa etmek üzere genel kuramlara işaret eder.

Böylesi bir işbirliği son on yıldan önce tahayyül bile edilemezdi. Bu noktaya kadar, gözlemlenen bebek daha ziyade oturma veya kavrama gibi fiziksel işaretler veya algılama veya nesneler üzerine düşünme kapasitelerinin ortaya çıkması gibi sosyal olmayan karşılaşmalar içerisinde kurgulanmıştır. Ancak klinik bebek her daim sosyal dünyaya öznel olarak deneyimlendiği haliyle dâhil olmaktadır. Bu farklı iki bebek, farklı mevzulara dâhil edildikçe kendi yollarına gitmeleri sağlanmıştır. Bir arada varoluşları sorun yaratmamış, işbirliği ihtimalleri her daim düşük olmuştur.

Ancak artık durum böyle değildir. Bebek gözlemcileri yakın zamanda bebeklerin ne zaman ve nasıl başka insanları gördükleri, duydukları, onlarla etkileşim içerisine girdikleri, onları hissettikleri ve anladıklarını sorgulamaya başlamıştır. Bu çabalar gözlemlenen bebeği klinik bebekle aynı zemine taşımaktadır çünkü her ikisi de bebeğin yaşanan sosyal deneyimini bebeğin kendilik hissi dâhil olmak üzere araştırma kaygısı taşımaktadır.

Bu farklı sahalardan türetilmiş iki bebek üzerinde durmanın beraberinde getirdiği sorun ise bunların ne ölçüde aynı şeye ilişkin olduklarıdır. Aynı amaç altında bir araya getirilmek üzere ne ölçüde ortak bir zemine sahiptirler? İlk bakışta her iki bakış açısı da gerçek bebeğin sosyal deneyimi üzerine gibi görünmektedir. Durum buysa her biri diğerinin iddialarını doğrulayabilmeli yahut çürütebilmelidir. Ancak çoğu kişi bu iki versiyonun hiçbir şekilde aynı gerçekliği yansıtmadığını ve birinin kavramsallaştırmalarının diğerinin bulgularına kapalı olduğuna inanmaktadır. Bu durumda, karşılaştırma ve hatta işbirliği için ortak bir zemin kalmamaktadır (Kreisler ve Cramer 1981; Lebovici 1983; Lichtenberg 1983; Cramer 1984; Gautier 1984).

Bebekliğe dair bu iki görüş arasındaki diyalog ve bunların birbiri üzerindeki olası etkileri bu kitap için ikincil bir konudur. Bu iki görüşün bir arada bebeğin kendilik hissinin gelişimini nasıl etkileyebileceğinin aydınlatılması ise kitabın esas konusudur. Bu iki amaca da ulaşmak için her iki yaklaşımı da derinlemesine araştırmak mühimdir.

 (işte bu yüzden klinik olarak işe yaramaktadır). Ancak bahsi geçen kuramcılar kendi çıkarımlarını yalnızca yeniden inşa edilen klinik materyal ve gözlemlenen bebeğe dair eski ve modası geçmiş görüşler temelinde gerçekleştirmektedir. Bu hususta önemli çabalar gösterilmeye başlanmış olsa da psikanaliz henüz yeni gözlemlerden elde edilen verilere tam manasıyla yönelmemiştir (bkz. Brazelton 1980; Sander 1980; Call, Galenson ve Tyson 1983; Lebovici 1983; Lichtenberg 1981, 1983).

 

Biz genellikle, cinsel olarak çekici ve baştan çıkarıcı insanların ne yaptıklarını bildiklerini ve akıllarındaki dürtünün son derece farkında olduğunu tahmin ederiz. Ama bazen kışkırtıcılar, ne kadar uyarıcı olduklarının nispeten farkında değildirler – bu farkında olmama durumu, başkalarında cinsel isteği kışkırtma ve zaman zaman da davranışlarının etkisinin gerçekliğini reddetme gibi pek çok bilinçdışı savunmadan kaynaklanmaktadır .

 

2002 yılında, bir erkek meslektaşım, tanıdığı tüm erkeklerin hemen onunla birlikte olmayı düşünmesinden şikayet eden son derece çekici genç bir bayan hastayla sıradışı bir görüşmesini anlattı. Sıradışı olan, kadının seansta transparan bir bluz giymiş ve sütyensiz olmasıydı. Bir noktada, meslektaşım, giydiği kıyafetin sorunlarına katkıda bulunuyor olabileceğinin farkında olmadığını nazikçe ifade etti. İlk tepkisi savunmacıydı, transparan bluzun "moda" olduğu şeklinde bir mantıksallaştırmaya başvurdu. Ancak, mantıksallaştırdığının çabucak farkına vardı, aynı zamanda kendi teşhirci isteklerinin farkında değilken başkalarında bilinçdışı bir şekilde cinsel istek uyandırdığını da fark etti . Ceketini giydi ve görüşme boyunca ceketiyle oturdu.

Devamı için tıklayınız