Kimlik ve Kişilik Oluşumu

Kimlik ve Kişilik Oluşumu

  • 4.70

Kimlik ve Kişilik Oluşumu adlı makaleye ait dvd video konuşmasını satın almak için http://yayin.psikoterapi.com adresimizi ziyaret edebilir ya da Buraya tıklayarak sipariş verebilirsiniz.

Kimlik ve Kişilik Oluşumu

Tahir ÖZAKKAŞ, M.D., Ph.D.

Hepimizin kendimizi tanımlayacağı bir kendilik tasarımı vardır. Bu kendilik tasarımı dış dünyadan bizi ayıran ruhsal bir çeperi vardır. Biz kendimizi bir şekilde tanımlarken bu tanımın içerisine inançlarımız, değer yargılarımızı, becerilerimizi, yetilerimiz, diğeriyle olan benzerliklerimizi ve farklılıklarımızı belki de aykırılıklarımızı katarız. Peki, bunlar nasıl oluşuyor acaba? Biz bunları daha doğarken kucağımızda mı buluyoruz, kendi irademizin tercihleri ile mi oluşturuyoruz yoksa bir sentez mi yapıyoruz? Bizi biz yapan faktörler nereden geliyor bunu hiç düşündük mü?

Bu normal olarak uzun bir yolculuk aslında. Bir taraftan bebeğin erişkin bir varlık haline dönüşmesindeki geçirilen yolculuk söz konusu olduğu gibi bir taraftan da her birimizin özünde insanlık tarihinin geliştirdiği evrimsel yapımızın izdüşümleri bulunmaktadır. Ben şöyle bir kimlikteyim. Benim özelliklerim şu, hobilerim şu, Ahmet Bey ile frekansım tutuyor, Mehmet Bey ile tutmuyor. Ayşe Hanım ile uyumluyum, Zehra Hanım ile uyumsuzum. Bazı insanların yanına gittiğimde kendimi huzurlu, dingin, sakin hissederken bazı insanların yanında öfkeli, kızgın, çelişkili hissediyorum. Ne oluyor da böyle hissediyoruz? Evet, bunun hikâyesini anlatmak için ruhsal yapı kombinasyonlarının atomlarına biraz inmek gerekir.

Maddeyi bugün anlayabilmek için nasıl atolardaki elektronların, nötronların ve protonların yapısını anlamaya çalışıyorsak ruhsal yapı dediğimiz yapının da atomlardan başlayan bir gelişim süreci vardır. Bu yapı henüz anne kucağındayken organik bir bileşenden ibaret olan ve muhteşem şekilde dizayn edilmiş küçük bebeklikten, yavaş yavaş dışarıdan gelen ilk dataların içselleştirilmesi ile başlar. Bu ne demektir? Bir bebeğin, dış dünyadan kendisini ayıran beden dediğimiz demir kasasında beş tane deliği vardır. İçerisinin dışarıdan haberdar olabilmesi için beş tane deliği, yani beş duyusu bulunur. Komple bir demir kasanın bu deliklerden bir tanesi görme duyusu, ikincisi tat duyusu, üçüncüsü işitme duyusu, dördüncüsü koku duyusu, beşinci ve son duyusu ise tüm vücudunu kaplayan derisinin her milimetresinde binlerce reseptörün bulunduğu dış dünyayı algılayan derisidir. Ağrıyı, sıcağı, soğuğu, basıncı vb. hisleri ölçen milyarlarca reseptörün bulunduğu duyumuz derimizdir. Dış dünya ile ilgili bilgilerimiz bu beş deliğin verdiği bilgilere bağlıdır ve bu deliklerin büyüklüğü bizim uyaranları alma kapasitemizi belirler. Mesela gözlerimizdeki algılama kapasitemiz belirli frekanstaki ışık şiddetini algılarken belirli bir frekansın üzerindeki ışık şiddetini yok kabul eder. Derimiz belirli ağırlık derecesindeki şeyleri hissederken belirli frekansın dışındaki uyaranları yok kabul eder. Keza diğer duyularımızda aynı şekildedir.

İşte bu duyularla insan dışarıdan haberdar olur. İşin ilginç tarafı bu beş duyu dediğimiz duyuların hepsi algı olarak alındıktan sonra elektriksel bir enerjiye dönüştürülür. Elektriksel potansiyelde kodlanmış, nöronlar dediğimiz sinir sistemi vasıtasıyla bu beş duyudan alınan veriler beynimize kodlanmış elektriksel sitimuluslar halinde ulaştırılır. Bu elektriksel sitimuluslar daha sonra anlama ve kavrama merkezlerinin ortak hareketi ile “ben seni gördüm” diyebilmemizi sağlar. Bir-üç-yedi-sekiz-dört nolu elektriksel sitimulus eşittir seni gördüm gibi. Bu inanılmaz sayıdaki elektriksel sitimulusların kombinasyonu ile oluşan bir şeydir ve biz bunun adına görme deriz, tat deriz. İşte insanoğlunun içinde ben ve öteki kavramları ile oluşan, beyninin gelişim düzeyine uygun, dışarıdaki sistemin elektriksel kayıtları kayda başlar. Hatta bu kayıt anne rahminde başlamasına rağmen o zamanlarda henüz hiçbir anlamı yoktur. Bu aşamada ışığın, rengin, tadın, kokunun birbirinden ayırt edilmesi dahi mümkün değildir. Bir müddet sonra bu beş duyudan gelen dataların birbirinden farklı olduğu beyin merkezinde ayrıştırılır. Bu ayrıştırılmadan sonra bunlar entegre edilir, hafıza kayıtlarına alır ve karşımızda annemiz varsa annemizi tanır hale geliriz. Yani annemizin bir fotoğrafını, içerideki sistemin hafıza kayıtlarına kaydedilmesi söz konusu olur. Biz annemizi annemiz olarak bilmeyiz. Karşımızda canlı biri vardır. O canlıyı her gün gördüğümüz için hafıza kaydına aldığımız ilk şey odur. Bu bir bakıcı olabilir, baba olabilir, amca olabilir hatta hatta bir hayvan bile olabilir. İşte bu dışarıdan alınan ilk inputlar hafıza kaydına kaydedildikten sonra sistem müthiş bir gelişmeyle dış dünyanın bir kopyasını beş duyu ile içeri nakşeder. Bu adım adım gelişen çok ilginç bir süreçtir.


Hepimizin kendimizi tanımlayacağı bir kendilik tasarımı vardır. Bu kendilik tasarımı dış dünyadan bizi ayıran ruhsal bir çeperi vardır. Biz kendimizi bir şekilde tanımlarken bu tanımın içerisine inançlarımız, değer yargılarımızı, becerilerimizi, yetilerimiz, diğeriyle olan benzerliklerimizi ve farklılıklarımızı belki de aykırılıklarımızı katarız. Peki, bunlar nasıl oluşuyor acaba?