Sosyal Mühendislik
Sosyal Mühendislik adlı makaleye ait dvd video konuşmasını satın almak için http://yayin.psikoterapi.com adresimizi ziyaret edebilir ya da Buraya tıklayarak sipariş verebilirsiniz.
SOSYAL MÜHENDİSLİK
Uz. Dr. Tahir Özakkaş
Evet, arkadaşlar hoşgeldiniz bu güzel bahar gününde beni dinleme lütfunda bulundunuz, hepinize teşekkür ederim. Evet, konumuz “biraz ilginç”, beyin yıkama. Biraz oradan, biraz buradan konuşacağım. Ne konuşacağımı da bilmiyorum, önümde bir yol haritam var ama buna ne kadar sadık kalırım. Bireysel psikolojiden yola çıkan ,bireysel beyin yıkama, kitle psikolojisi ve sosyal mühendislik alanlarının birbiriyle etkileşimleri. Biraz netameli konular. Belki de tartışacağız, anlayacağız veya anlaşamayacağız. Meslek hayatımda insanının ruhsal yapısını yirmi yıla yakındır inceliyorum. Ulaştığım noktada bir rölativite, bir görecelilik, bir nisbilik olduğunu görüyorum. Aslında doğuştan getirdiğimiz materyalin sadece bir boşluk duygusu olduğu, bu boşluğa insanoğlunun belki genetik yapısı, belki fıtratı nedeniyle bir referans noktası, aradığı bir çeper çizmek ihtiyacı, hissettiği bir kimlik belirleme ihtiyacı, hissettiği temel bir ihtiyaç olarak önümüzde duruyor. Her birey kendini tanımlamak durumundadır. Kendini tanımlayabilmek içinde bir referans noktası almak durumundadır. Tabi bu bizim bebekliğimizde anneyi referans noktası olarak alıp, varlığımızı ve sınırlarımızı ve çeperimizi oluşturuyoruz. Ruhsal yapımızın gelişimi, belirli evreleri geçerek tekâmül etmesi sonucunda insanın hayatında referans noktaları değişerek devam etmektedir. Bu manada baktığımızda mutlak hiçbir doğru yok. İnanıyorsak kendimiz için dogmatik olarak inancımıza uygun birtakım değerleri kabul ederiz ve bunları tartışmayız. Biz tabi bugün dogmalar üstüne tartışmayacağız. İnsanının zihinsel gelişimindeki yapılanma süreçlerinde neler oluyor bitiyor bunu birlikte görmeye çalışacağız. Konumuz, beyin yıkama. Bir insanını düşüncelerini,fikirlerini, hatta kimliğini değiştirme, kişiliğini değiştirme mümkün müdür? Bireylerden oluşan toplumların toplumsal kimliğini değiştirmek ve bu değişimi kişinin rızası olmadan veya toplumun rızası olmadan belirli tekniklerle yapmak mümkün müdür? Konuşacağımız konunun ana çeperi budur. Demek, burada değiştirmek isteyen var, bir de değişen var. Değişmeye aday olan var. Nasıl? Konuşmacı: Hedef olan Olabilir. Öyle de denilebilir. Tabi biraz sonra gelecek hedef olan kişi bazen kendi rızası ile hedef olmayı ister. Bir takım ihtiyaçlarını nedeniyle değiştirilmeye taliptir. Beyninin yıkanmasına taliptir. Böyle bir sistem de var sistemin içerisinde. Şimdi beyin yıkama insan kimliğini ve kişiliğini değiştirme, düşünceleri değiştirmek baktığımız zaman mümkün olan bir süreç. Çünkü konuşmamın başında belirttiğim gibi bir boşluk içinde doğuyoruz ve bir referans noktamız yok. Yani hiçbir bilgi ve düşünce bu manada mutlak değil. Var olmak için, insan olarak yaşayabilmek için,bir çeper çizmek kimliğimize, kişiliğimize, düşüncelerimize bir referans noktası almak zorundayız. O referans noktasına sahip olduğumuz müddetçe varlığımız devam eder. Referans noktasını kaybeder veya kaybettirmek noktasında zorlayıcı bir takım etkilere maruz kalırsak onu otomatik olarak savunmak zorundayız ki, varlığımız onunla kabildir. Bu düşüncemiz olabilir, duygumuz olabilir, sosyal yaşamımız vs. O sizin varlık nedeniniz. İnsanoğlunun en temel ihtiyacı var olduğunu hissetmesi, varlığında biraz önce bahsetmiş olduğumuz referans noktasıyla, çeperiyle devamlılığı sağlamış olmasıdır. Şimdi aslında ben bir psikoterapist olarak baktığımda insanların hatalı düşünceleri sonucunda kendi iç yapılarındaki rahatsızlıklarıyla bize başvurduklarını görüyorum. Benim görevim bir nevi onların beyinlerini yıkayarak, daha mutlu ve huzurlu , dingin düşünce sistemlerini ona ikame etmek. Burada kişinin rızasına bağlı olarak sağlıklı ve mutlu olduğuna inandığım bir sistemi ona aktarıyorum. Bunun içinde birçok teknik kullanıyorum. Ama benim sağlıklı ve normal dediğim şey bana göre sağlıklı ve normal yani referanssızlık ve mutlak boşluk içerisinde benim oluşturduğum veya düzenin oluşturduğu veya toplumun oluşturduğu veya medeniyetin getirdiği bir noktada bu doğrudur. Bu güzeldir, bu hoşluktur dediği şeyi ben medeniyetin bana vermiş olduğu görevle hastalıklı veya sıkıntılı bireye veriyorum. Bu faktörlerden baktığımızda tabi kişinin rızasına baliğ olarak ortaya çıkan bir beyin yıkama aslında. Tabi tedavi süreçlerinde çok farklı kimlik ve kişilik örgütlenmeleri ile ilgili, belirli dönemlerde kişinin hayatiyetini ve varlığını korumak için oluşturmak zorunda olduğu, o dönemde fonksiyonel olan işe yarayan ego stateler kimlik parçalarıdır. Ama hayat ilerliyor , insan ilişkileri değişiyor, çocuklukta, ergenlikte fonksiyonel olan bir sistem daha sonraki bir dönemde kişiye zarar verici, engel olucu, pranga vurucu bir sisteme dönüşüyor. İşte biz, o prangaları çözmeye çalışıyoruz. Bu işin tıbbi ve psikiyatrik yönü. Bizim daha çok üzerinde duracağımız biraz sosyolojik, biraz siyaset bilimi, biraz toplum hekimliği ,biraz da insan olarak felsefi boyutunu daha çok irdelemeye çalışacağım.Ama bu irdelemede kullandığım materyal ve teknik, psikoloji ve psikiyatri biliminin bizlere kazandırmış olduğu datalar olacak. İnsanların kimlikleri ve kişiliklerini değiştirmek, onları belirli bir yöne kanalize etmek veya en azından mevcut kişiliğini yıkmak 2 şekilde mümkün olabiliyor: 1-Zorlayıcı sistemlerle 2-Yumuşak sistemlerle mümkün olabiliyor. Zorlayıcı sisteme, introzif sistem dediğimiz zorla işgal edici sistem. Yumuşak sistemlere de disosiye edici, dağıtıcı, sakin sakin kişinin haberi olmadan, toplumun haberi olmadan onun zihinsel yapısını ve kimliğini değiştirici sistemler. Her ikisinin de kullandığı çeşitli teknik ve argümanlar vardır. Zorlayıcı sistemlere baktığımızda bunun birey üzerine yapıldığını gözlemleyebiliyoruz. Sohbetimin başında dedim ki, birisini değiştirmeye niyetli biri veya birileri var. Bir de hedef olan var. Hedef olan burada birey olabilir, toplum olabilir. İşte kendinde, diğerlerini değiştirmek yetki ve gücü, salahiyeti, otoritesi bulunan insan veya insanlar bireyi ele alıyorlar, önce onun mevcut kimliğini yıkmakla işe başlıyorlar. Bir mevcut kimlik nasıl yıkılır. Bu genellikle hukukun kalktığı, insan haklarının yok olduğu ortamlarda daha çok karşımıza çıkıyor. Esaret, bunların başında gelir. Savaş halleri, tutukluluk veya bir toplum içerisinde azınlık olarak bulunan gruplarda zorlayıcı sistemlere örnek olarak beyin yıkama operasyonları meydana getirilebilir. Modern çağda bunların en çok örnekleri terör örgütlerine karşı yapılan yıldırma ve baskıcı yöntemlerde görmek mümkündür. Terör örgütü mensupları veya bir ideolojiyi sahiplenmiş olan bireyler illa terör örgütü mensubu olması gerekmiyor. Farklı düşünen bir birey mevcut, yasal düzene karşı geldiği için o sistemin sahipleri tarafından tehdit olarak algılanıyorsa, bu birey kontrol altına alınmalıdır. Bu birey gözaltına alınır. Bu tip sistemlerde kişinin kendi referans sisteminin sağlamlığına göre dayanma kapasitesi vardır. Burada da psikoloji bilimine dönüyoruz, id ,ego, süperego bağlamında egonun, kendi iç referans sistemlerine göre dünyayı algılayıp, bütün dünya karşısında olsa dahi durabilme becerisine sahip olma gücü. Şimdi, işte bu egonun savunma düzenekleri dediğimiz düzenekler bu sistem içerisinde ister esirlik, ister savaş hali, ister tutukluluk hallerinde olsun kişinin korumasız bırakılması , aşağılanması ve değersizleştirilmesi gerekir. Böyle bir ortamda kişi utanç ve suçluluk duygularıyla karşılaştırılır. Utanç duygusu, onun mahrem alanına girmektir. Çıplak soyulmuş, kendi vücudunun diğerleri tarafından seyredilmesi, en mahrem bölgelerinin izlenmesi ve namus duygusu perspektifinde veya ego gelişimindeki ahlaki öğretilerine göre onun en kutsal saydığı şeylerin, en fütursuz şekilde yok edilmesine yönelik gayretler kişinin savunma dirençlerini bitirir. Fiziksel acı ve şiddet uygulanabileceği gibi fiziksel ihtiyaçlarının giderilmesini önleyecek sistemlerde aynı etkiyi yaratabilir. Nedir bunlar? Uyku uyumasına izin vermemek, yemek yemesine izin vermemek. Bu sistemler sonucunda dakikalar gittikçe uzar, saniyeler uzar ve orada yapılacak olan bu işe yönelik telkin bombardımanı kişilerin tüm savunma yapılarını bir bir çökertir. Kişi sonuçta çaresizliği tadar ve kendi başına ayakta duramayacağı dürtüsünü kazanır. Güvendiği dağlara kar yağmıştır. Sistem çok güçlüdür ve onu pençesi altına almıştır. İşte bu durumda kişinin kendine olan özgüven duygusu yavaş yavaş çökmeye başlar, bir korku ve panik hali sisteme hakim olur. İşte burada kişinin kendi kimlik ihtiyaçlarından vazgeçmesi, o kişinin egosunun ve içsel referanslarının sağlamlığıyla yakından ilintilidir. Bazıları kısa sürede çökerken , bazıları daha uzun süre ihtiyaç hissettirir. Bu tip bir yöntem bir zararı def etmek için, bir tehdidi ortadan kaldırmak için kişinin kimlik yapısını çökertmeye yönelik olan çalışmalardır. Böyle bir yapıda kişiyi tekrar toplum içine saldığımızda, bu acılardan geçmiş, bu sıkıntılardan geçmiş bireylerin büyük bir kısmında mücadele gücünü kaybetmiş, her an tekrar o ortama alınacağı korkusuyla tedirgin, ürkek, fobiler geliştirmiş bir yapı oluşturursunuz. Bu introzif, zorlayıcı sistemlerle bir bireyin mevcut kimliğinin yıkılması ve kendilik duyumunun zaafa uğratılmasıdır. Bunu tabi usta işkenceciler her dönemde başarılı bir şekilde her toplumda uygularlar. Tabi işkencecilerinde kendilerine ait özel patolojik psikolojileri vardır. Diğer bir insanın bedeninde tasarruf hakkına sahip olması, travmatik bireysel yaşantılarının tamir etme sürecini getirir. Herkes işkenceci olamaz. İşkenceci olabilmek introzif olarak, zorlayıcı olarak bir insana bu şekilde acı ve işkence verebilmek ancak patolojik ruhsal gelişimi olan bireylerin, kendi ruhsal tamirleri için bir ihtiyaçtır. Kendileri şiddete maruz kalmışlardır. Ancak birisine şiddet yapabildiklerinde kendi varlıklarının güçlü oldukları duygusunu yaşarlar. Onların siyasi ideolojileri yoktur. Onlar taraf değildirler, onlar birer kurban ve hastadır. Şimdi her dönemde hangi ideoloji sisteme hâkim olursa olsun işkenceciler genelde hep aynıdır. Cellâtların aynı olduğu gibi. Bu da onların bireysel patolojilerinden kaynaklanmaktadır. Zorlayıcı sistemlerin bireyin üstüne yapılması söz konusu olduğu gibi, gruplar ve toplumlar üzerine yapılması da söz konusudur. Gene iktidara talip olanlar ve iktidarda bulunanlar kendileri için tehdit olarak algıladıkları grup veya grupları, toplum katmanlarını ciddi mana da bastırmak, onların düşünce sistemleri değiştirmek gibi bir görevi üstlenebilirler. Demokrasi kültürünün yerleşmediği totaliter veya ara rejimlerin hâkim olduğu gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelerde bunun sıkça örneklerini her zaman görmek mümkündür. Bunun arkasında çok çeşitli rasyonel iddialar olabilir. Şu gerekçeler diye ama kişinin kişilik haklarını yok edici, bir toplum katmanının farklı düşünen insanlarını o düşünceleri düşünmeyecek kadar baskı altında tutmak ve yok etmek mümkündür. Savaş dönemlerinde, ara rejimlerde ,hukukun ortadan kalktığı dönemlerde kitleler üzerinde çok yoğun baskılar meydana gelir. Kimlikler ve toplumsal katmanlar geri çekilir. Bir korunma refleksine doğru gider. Eğer baskı biraz daha artarsa bireysel ego savunma eşiği dediğimiz bir eşik var, kimliğin ve kişiliğin korunması için, o eşiğin bir noktasına kadar kişi kendi kimliğini korur, gizlice korur, içten korur. Uyar gibi görünür, ama içinde büyük hınç, bir öfke ve kin olur. Ama o eşik değer aşılırsa, kişi kendini koruyamayacak bir konuma gelir. Bu durumda agresörle özdeşleşme dediğimiz sisteme baskı olarak getirilen sistemi yöneten insanlara karşı, onlarla özdeşleme, onlarla bir olma gibi bir dönüşüm yaşar. Bu ayakta durabilmek için kişinin başvurduğu bir savunma düzeneğidir. Bunu Yahudi kamplarında bir takım Musevilerin polis görevlisi olarak, kendi ırkdaşlarının başında Almanlarla işbirliği yaptığını biliyoruz ve görüyoruz. Bu baskı grup dayanışması dediğimiz gizli bir takım metaforlarla ortaya çıkan grubun ortak tenasüdü, dayanışmasıyla seyreden bir yapı oluşursa, bu grubu sarsmak zor olur. Ama sistem biraz daha abanırsa, aynı bireysel eşik değerde olduğu gibi, grubun dinamikleri bozulur. Grubun o birliktelik çeperi yarılır ve grup sisteme teslim olur. Ne yaptınız, çeşitli baskı yöntemleriyle bir grubu kendiniz gibi düşünüri, kendiniz gibi hareket ettirir hale getirdiniz. Bunun da dinamiklerini soft veya yumuşak kısımda izah etmeye çalışacağım. Bunlar, bu bahsettiğim birey ve grup üzerindeki etkiler grup dinamikleri, kitle psikolojileri kullanarak meydana getirilir. Birey ve özerk olmak, kendi referans noktalarını kendi almak demektir. Ama az gelişmiş veya gelişmekte olan toplumlarda veya cemaat tipi toplumlarda birey ve özerk olma duygusu yoktur. Toplum liderinin, cemaat liderinin, grup liderinin düşüncelerine tabi olan bir sistem vardır. Dolaysıyla bu tip sistemlerde bir içsel sorgulama olmadığı için, yıkım kolaylıkla gerçekleşebilir. Gruptan ayırdığınız zaman sistem çöker. Ama özerk olarak gelişmiş, birey olarak gelişmiş sistemler de ise kişinin dayanma kapasitesi bu tip durumlarda daha dirayetli ve güçlüdür. Çünkü kişinin varoluş nedeni kendi düşünce sistematiğini ve yaşam tarzını koruma gayretidir. Bireyin bireysel yaşantısıyla, grup içindeki yaşantıları farklıdır. Birey bireyken farklı düşünebildiği halde, bir grup dinamiğinin içine girdiğinde, bir kitle yapısının içine girdiğinde kitlenin duygusal anaforu onu cezb eder ve kendi düşünce sistematiği dışarıda kalır. Onun için kitlenin duygusal anaforunu harekete geçirebilecek olan çalışma sistemleri, ses, görüntü, ışık gibi kitle psikolojisinin oluşturulduğu o birliktelikten getirilen doygunluğun getirdiği sistemlerde, tamamen farklı düşünen bireyler bile, o sistemin ve grubun birer üyesi olmaktan, aidiyet duygusundan çok büyük bir keyif ve mutluluk alabilirler. Ve bu mutlulukla beraber ahlaki öğretileri, bireysel tercihleri tamamen değişip, kileyle beraber canavarlaşabilirler. Bunun en güzle örneğini de Hitler örneğinde görüyoruz. Yumuşak geçiş veya yumuşak beyin yıkama veya sosyal mühendislik diyebileceğimiz şey ise, daha çok bugün kapitalist sistemlerde uygulanan bir sistem olarak nitelendirebilirim. Bir sistem var, bir düzen var, bu düzenin başındakiler ve sahipleri bu düzenden nemalanmakta. Veya bu düzenin ideal bir düzen olduğuna inanmakta .Bu düzenin farklı düşünen sistemlerini de, bu düzene eklemleyemeye çalışmaktadırlar. Ve bunları düşünce sistemleri itibariyle totaliter bir yaklaşım, baskıcı bir yöntem, introzif bir şekli kabul etmeyip, demokasi kültürü içerisinde bunu yapmaya çalışmaktadır. Bu cemaat tipi toplumlar içerisinde de mümkün olabilecek bir yapıdır. Burada da yine beyin yıkama, kimliğin değiştirilmesi, kişinin kişisel kanaatlerinin, tercihlerinin değiştirilmesi bir birey bazında ele alınabilir. Bir grup dinamik bazında veya bir toplum bazında ele alınabilir. Birey bazında ele aldığımızda; bu yumuşak sistem, disosiye edici sistem, dağıtıcı sistem zihnin birlikteliğini ve bütünlüğünü bir takım yöntemlerle dağıtıcı, iyinin ve kötünün ne olduğu, tercihlerinin ne olduğunu dağıtıcı sistem direkt işleyebilir, endirektde işleyebilir. Birisinde birebir muhatapsınız, sizi neyi etkilediğini bilirisiniz. İkincisi o kadar endirekt yöntemlerle yapılır ki, siz neyi aldığınızın ve sizin neyinizin değiştiğinin farkında değilsinizdir. Ama bunu yapan sistem bunu çok bilinçli ve şuurlu bir şekilde yerine getirmektedir. Direkt sistemde yani direkt olarak kişinin beyninin yıkanması ilgili sistemi de birey açısından iki alt gruba ayırabiliriz. Bireyin rızasına bağlı olarak beyin yıkama, gel benim beynimi yıka, amiyane tabirle yani ben senin düşüncelerine sahip olmak istiyorum. Benim bir düşüncem yok, benim bir tercihim yok, senin gibi düşünmek istiyorum. Bir insan böyle der mi? Der. Bunu göreceğiz. Bir de bireyin rızası olmadan, soft bir şekilde, yumuşak bir şekilde bireye yönelik, bireyin düşünce ve kanaatlerini veya kimliğini ve tercihlerini değiştirici yaklaşım tarzı. Bireyin rızasına bağlı olan sistemler nedir? Yine her bireyi ayrı bir birim olarak aldığımızda; her birimizin öznel bir yaşantısı vardır. Her birimizin kendimize ait bir yaşam hikâyesi vardır. Ve bu yaşam hikâyesinde zaaflarımız, eksikliklerimiz, kusurlarımız, komplekslerimiz vardır. Anne –baba- çocuk üçgeninde yaşadığımız travmalarımız vardır.Ergenlik hayatında dışlanmalarımız vardır. Fiziksel bir takım kusurlarımız vardır. Gözümüzde, burnumuzda, boyumuzda, kilomuzda, entelektüel yeteneklerimizde birilerine göre eksikliklerimiz vardır. İşte bu eksiklikleri, bu bireysel kusurları filan gruba ait olmak anlamında ki bir aidiyet duygusuyla kapatma ihtimalimiz varsa , o ortamda bir saygınlığa ulaşma, değerli olmak hissini hissedeceksek birey bir arayışa girer. Bu arayış daha çok ergenlik döneminde karşılaştığımız bir dönemdir. O dönemde kişi sağcı veya solcu değildir. İlerici veya gerici değildir. Kişinin derdi kendini değerli hissedeceği bir atmosferi bulmaktır. En önemli ihtiyacı varlığının birileri tarafından onanmasıdır. En yakında ne varsa ona gider bulaşır. Bildiği üç beş tane slogandan başka bir şey yoktur. İşte bu birey aidiyet duygusu elde edebilmek için, bir grubun içerisinde, korunaklı bir ortamda var olabilmek için kendini teslim eder. Şimdi burada başka çarklar çalışmaya başlar. Grubun yöneticilerinin veya düzenin devam ettiricilerinin ellerinde kendi başına gelmiş, kendi rızasıyla teslim olmuş genç bir delikanlı vardır. Ona bir şekil verilecektir, onun hamuru yoğrulacaktır. O kıvama getirilecektir.Sağcı solcu, ilerici gerici ve orada bütün gruplar aynı şeyi yaparlar, onu önemserler, onu değerli kılarlar ve ona görevler verirler. Bu görevler kutsal görevlerdir, bu görevler önemli görevlerdir, orada bir binanın bir tuğlası olmaktan gurur duyması öğretilir ve size gönüllü rızasıyla bağlı bir fedai çıkmıştır. Nereden çıkmıştır bu fedai, aile dinamiklerinde, çocukluk ve ergenlik döneminde aile içerisinde varlığı kabul edilmemiş, yeteri kadar onanmamış, dış dünya karşısında kendini yetersiz ve değersiz bulan bireyin bir sığınak arama ihtiyacından çıkmaktadır. Bu sığınakda hemen yanı başında, üç beş sloganla gittiği ve o sloganları söylediği zaman dünyaya nizam verdiğini, dünyayı düzelttiğine inandığı ve bunun kendisi vasıtasıyla yapılacağına büyük bir güç ve enersijiyle boğulmuş bir sistem karşımıza çıkıyor. Demek ki kendi rızasıyla beyninin yıkanmasına izin veren, sistemin birinci etabı aile içinde sağlıklı bir zeminde yetişmemiş, bireysel kimliği onanmamış, yapıların ilk beklediği etap, ilk bulaştığı etap bir gruba girme etabıdır. Başka şansı yoktur. Yoksa yokluk ve hiçlik duygusu intihara kadar götürebilecek bir süreci başlatır. İkinci bir gereklilik ve psikolojik ihtiyaç bağlanma süreçleridir. Bağlanma süreçleri bilim adamları tarafından yapılan incelemeler ve araştırmalarda bebeklik döneminde anne ile çocuğun birbirleriyle kaynaştıktan sonra, birbirinden ayrıştığı, çocuğun emekleyerek anneden uzaklaştığı bir dönemde, annenin çocuğun uzaklaşmasına olumlu tepki verip, ben buradayım, korkma sen biraz daha uzağa gidebilirsin, şeklindeki bir bakış ve duygusal bir hissedişle çocuğun özerkleşmesine izin verirse, çocuk anne cenneti ,anne kucağı olan cennetten uzaklaşmayı kabul edip, yeni cennetlere, hayatın yeni var oluşlarına aşama aşama, etap etap ulaşacaktır. Ama anne, çocuğuna olan aşırı düşkünlüğü ve sevgisi nedeniyle, çocuğun bu otomatik, genetik fıtri gelen ilk bağımsızlık ihtiyacını karşılamazda, çocuğun biraz uzaklaşması karşısında tedirginleşirse, hatta sevgisini eksiltirse çocuk hiçlik ve yokluk duygusunu yaşıyor, hemen anne merkezine dönme ihtiyacı hissediyor. Böyle bir sistemde çocuk anneye bağlı ve bağımlı kalıyor. Anne biraz daha patolojikse, bu ne demektir, çocuğunu koşulsuz sevemiyorsa ,koşulsuz sevmek nedir? Hepimiz severiz çocuğumuzu, koşulsuz sevmekten kasıt şu, çocuğun bireysel ihtiyaçları, uykusu, yemeği, eğlenmesi, gülmesi, kahkaha atması, öfkelenmesi kendi bireysel özerkliğidir. Ama anne veya baba, abla ya da ağabey veya dede çocuğu kendisine palyaçoluk yaptığında beklediği şekilde güldüğünde, beklediği şekilde cümleleri peş peşe sarf ettiğinde onu onar, ona sevgiyi o zaman verirse bunun adı koşullu sevgidir. Yani sevilebilmenin ön şartı annemin benden beklediklerini verdiğim zaman annem beni seviyor. Anne yüzüme baktığında ben ona her seferinde gülümsersem annem bana gülümsüyor, ama annemin yüzüne bakmazsam başka şeyle oyuncağımla meşgul olursam anne kırılıyor somurtuyor, yüzünü benden çekiyorsa ben o acıya dayanamıyorum. Şimdi böyle bir sistem, ana eksen olarak ,ana master kalıp olarak her birimizin ruhunda var. Bu daha sonra ne oluyor biliyor musunuz? Yalnız başına yaşayamayan, hep birine ihtiyaç duyan, kendi varlığını ve değerliğini bir başkasının onamasına ve sevgi göstermesine bağlayan bir sistem geliştiriyor. Ancak birileri tarafından onaylandığında, birileri tarafında değerli kılındığında kendini değerli ve önemli hissedeni bağlandığı nesne kaybolduğunda da büyük yıkım yaşayan insan tipolojisini meydana getiriyor. Kimler? Birbirine âşık olan gençler sevgilisi gitti mi kıyamet kopar. Dünya bitti, hiçbir anlamı yok. Hemen aklına gelecek şey intihardır, depresyondur. Neden? O patolojik anne çocuk ilişkisinin bugünkü bağlamdaki yeridir. Yirmi yıllık iş yerinde kapının önüne konuluyor, demiyor ki benim yirmi yıllık tecrübem var. Her yerde iş bulurum. Bağlandığı makamı, işyerini kaybetmiş olmaktan dolayı ağır depresyon şikâyeti ile bize geliyor. Ben hiçim diyor, hiçbir işe yaramıyorum diyor, beni attılar, çünkü ben hiçim. Kendisini objektif olarak değerlendirecek yetisi yok. Kaynak annenin koşullu sevgisi. Şimdi böyle bir yapı içerisinde beyin yıkama yöntemine razı olarak geldiğinde bağlanma reaksiyonu içerisinde olan bir genç kızımız veya oğlumuz örgüte gidip bağlanıyor. İdeolojiye gidip bağlanıyor, tarikata gidip bağlanıyor partiye gidip bağlanıyor cemaate gidip bağlanıyor. Ne oluyor, anne cennetini buluyor. Onların istediklerini verdikçe, geri besleme sistemi devam ediyor, bağlılık daha da artıyor. Ne zaman ki, bireysel özerk davranmaya yönelik ayırıcı bir sistem içeriden çalışırsa, bir bebeğin emekleyerek anneden uzaklaşması gibi, cemaat, parti,örgüt ondan ilgisini ve sevgisini çekiyor ve onu dışlıyor. Bu dayanılmaz bir acıdır, buna dayanabilecek ego gücü gerekir ve sistemin içine tekrar girer.Burada da kişinin rızasına bağlı olarak kendi bireysel kimliğini bir başkasına emanet etmesi ve orada var oluşunu araması olarak nitelendirebiliriz. Yani rahatlıkla durumu sergileyen, inceleyen, araştıran bir kimlik parçası değil, temel ihtiyaç olan beğenilme, değerli, önemli olma duygularının falan yerde tatmini ile ilintili olarak görüyoruz. İkinci olarak; bireyin rızası olmadan birey üzerinde yapılacak çalışmalar zorlayıcı sistemlerde, daha çok mevcut kimliği yıkmaya yönelik ve onun artık aktifleşmesine imkân vermeyecek bir sistemi oluşturmak hedeflenirken, yumuşak sistemlerde onu sisteme katma, onun sistemin bir üyesi yapma yönündeki gayretler söz konusudur. Burada da günlük olarak yapılacak olan telkin çalışmaları, kitap okuma, görsel işitsel medya yardımıyla bilgilendirme, kişinin inandığı dayanak noktalarını belirli mantıksal zincirlerle çürütmeye yönelik eğitim faaliyetleri. Dikkat ederseniz konuşmamın ilk başında bir boşluğa doğuyoruz ve hiç bir mutlak gerçeklik yok dedik. Her gerçeklik, bir başka gerçeklikle, mantıksal gerçeklikle yok edilebilir. Çok iyi demagoji yapan ya da mantıksal kurguyu çok iyi işleyen bireyler en sağlam gördüğünüz mantıksal yapıları dahi çökertebilirler. Olaya farklı boyutlardan, farklı özelliklerden baktığınızda sahne çok farklı olabilir. Şu anda benim yapmaya çalıştığım şeyde bu zaten.Sizi bebekliğe götürdüm, bireysel aidiyete götürdüm, bir mantıksal zincirde size bir takım şeyler anlatmaya çalışıyorum ve bir kısmınız yavaş yavaş ikna oluyor. Ya bu adam doğru diyor, işte beyin yıkama. Bunu ben alıp, başka kurgudan, alakasız kurgudan, mantıksal zincirlerle sizi çok daha farklı bir noktaya götürebilirdim. Ama inandığım şey bu olduğu için bunu sizenle paylaşıyorum. İşte dayanak noktam, rasyonel bilimin bize getirmiş olduğu bilgileri, mevcut sosyal yapılarla izah etmeye çalışmak. İşte bir ara düzenlerde, kişilerin düşünce sistemlerini değiştirmek için ikna odaları oluşturmak veyahutda on iki eylül sonrasında sağcıların ve solcuların bir araya getirilip Kemalist öğretinin öğretildiği sistemler kişinin rızası olmadan direkt yönden sistemi empoze etmeye yönelik olan çalışmalardı. Tabi buradaki sosyal mühendislerin bilgi ve beceri düzeyi yeteri kadar yüksek olmadığı için pek amaçlarına ulaşamamışlardır. Biraz amatör kalmışlardır diyebilirim. Ama bilgiyi ve mantığı ön plana alan, eğitimi ön plana alan bir yaklaşım tarzıyla, uzun süreli bir çalışmayla, diğer kimliğin savunma bariyerlerini yok edici etkinliklerle beraber bir kimliği kontrol altına almak, o kadar da zor bir şey değil. Tabi burada bir takım grup dinamikleri var. Önce grup liderinin refüze edilmesi, aşağılanması, onun zavallı ve aciz duruma getirilmesi, diğer grup üyelerine onun acizliğinin seyrettirilmesi, oradaki idolün yıkılması. Bütün bunların hepsi psikolojik yok edici mekanizmaların, beyin yıkama yöntemlerinin kimlik ve kişiliği değiştirici sistemlerin parçalarıdır. Peki, bireyin bu yumuşak sistemlerde endirekt olarak beyin yıkaması nasıl olur ? Şimdi tabi 1993–1994 yıllarında Azerbaycan’da bulundum, tam komünist devrimin gittiği ve demokrasinin geldiği bir sistem içerisinde bir değişim. Çok ilginç deneyimlerim oldu o süre içerisinde. Bey amca nedir bu göğsündeki madalya? Büyük vatan muharebesinin gazilik madalyası, dedi. Sen kimsin, dedim. Türkoğlu Türk Azeri Ahmet oğlu Mehmet. Nedir bu büyük vatan muharebesi? Ruslarla Almanların savaşında, faşist Almanların, komünist Rusya’yı engellemesi için girilen savaşta asker olarak bulunmuş olmaktan dolayı kendisine verilen madalyaydı. Vatan kavramı, Rusların çizdiği vatan kavramıydı ve orada verilen madalya o kadar kutsanmıştı ki, o kadar önemliydi ki, bütün Azeri toplumu tarafından o Lenin tarafından, Stalin tarafından madalyalar onun gurur vesilesiydi. Vatan kavramı farklıydı, madalya kavramı farklıydı ve bu madalyayı almamış, askerden kaçmış insanlar toplumdan dışlanıyordu. Hala da dışlanıyor. Şimdi Türkiye de yetişmiş bir insanın kavramlarıyla ,Rus toplumu içinde yetişmiş bir Türk insanının kavramları ne kadar farklı. Burada şunu söylüyor; endirekt yöntemler siz sistemi kendinize göre belirlemek isterseniz, sisteminize uygun insanlara ödüller verirsiniz. Onları yukarılara çıkarırsınız, onları diğer toplum bireylerinin öyküneceği, özeneceği konumda taltif edersiniz ve genç, kimlik arayışına girdiğinde onun gibi olmak ister. Bütün devletler, bütün sistemler bu manada kendine uygun insan yapısını oluşturabilmek için özendirici tedbirler, kitle iletişim vasıtasıyla ön plana çeker. Bu da eşyanın tabiatına aykırı bir şey değil, doğal bir şeydir. Nasıl ki, bir Azeri Türkü vatan denen kavramı Rusya federasyonlarının sınırları olarak algılıyor ve onun savunmasını vatan muharebesi olarak algılıyor ve bu da gayet doğal kabul edilmiş, sistemin içerisinde bunu yapan insanlar kahraman kabul ediliyor.Bizim toplumumuzda da Çanakkale’de savaşanlar, balkanlarda savaşanlar kahraman kabul ediliyor. Bu, öykündürüldükçe, kahramanlık duygusu arttıkça kişiye o yöne doğru bir özdeşim yaptırılır. Tabi bu özendirme , bireyi özendirme görsel ve işitsel medya yoluyla ortaya çıkabiliyor. Şimdi bizim toplumumuzda hâkim ideallerden ziyade çok uluslu şirketlerin tüketicilik oyununu oynamaya aday tüketici bir toplum yaratmak. Yani bol bol harcayın ve insan ilişkileri bizim örf adet geleneklerimizden gelen insani boyuttan ziyade, zenginlik, araba modeli, oturduğu mahalle ,bankadaki hesabın, bununla ilintili bir şekilde kişiliğin var oluş şekli tüketime dayandırılıyor. Yine Azerbaycan’dan bir örnek vereceğim, Azerbaycan’da öyle bir tüketim çılgınlığı yoktu o zamanlar. İnsanların varoluş ve değerli olma konusu kitap okumada, ince sanatlarda, musikide, ressamlıkta, heykeltıraşlıkta, edebiyattaki verdiği emekle ilintili idi. Rus sistemi böyle bir güzellik getirmiş yani insanları tüketimdeki bir yarışçılık değil, içindeki ruhsal olgunlukları, eğitimi, çok kitap okuması anlamında ve topluma çok hizmet etmesi anlamında bir madalya sistemleri zinciri getirmiş. Yirmi yıl eğitim veren bir öğretmene devlet başkanı nezdinde özel jübile yapılıyor. Özel bir gün, tiyatro mektebine görev veriliyor. Hocanızın hayatını siz tiyatroda sahneleyeceksiniz. Televizyondan naklen veriliyor. Cumhurbaşkanı onun için özel ferman yayınlıyor. Biz ise filan holdingin açılışına, filan mağazanın merasimine iştirak ediyoruz. Şimdi ne oldu? Bu endirekt yönden bir beyin yıkama operasyonu aslında.Toplumsal yapı nasıl bir sistem ön görüyorsa, sen, çocukların, senin ailen, senin çevren onu talep ediyor, onun dışında kaldığı zaman da buna direnemiyorsunuz ve yıkılıyorsunuz.Para pul önemli diyemiyorsunuz. Ev, yat, kat önemli değil diyemiyorsunuz dediğiniz zaman sizin bilginiz , evdeki kitaplarınız kimsenin karnını doyurmuyor. O varlık konusunda mücadele eden kitle size şöyle aşağılayarak baktığı zaman içinizdeki eşik değer yüksek değilse, ego denetim mekanizmaları güçlü değilse yıkılıyorsunuz. Demek ki, toplum endirekt yönden bireyleri o kadar büyük bir etki altına alıyor ki, bu etki altına almada o toplumu yöneten sistemlerin istediği gibi tüketmeye, istediği gibi düşünmeye, istediği gibi hareket etmeye mecbur kalıyoruz. Onların top on listelerindeki filmleri izlemek zorundayız. “Ne biliyoruz ki” filmini aramızda pek duyan yok herhalde. Ne güzel kuantum fiziği ile ilgili insan beyninin sırlarını farklı bir boyuttan inceleyen, kâinatı sorgulayan çok hoş bir film. Ama top onda yoktur.Niye? Toplum bize belirli şeyleri empoze ediyor, okuyacağımız kitaplar belli, falan filan yayın evlerinin en çok satan kitaplarını alıyoruz. Filan yazar, filan köşe yazarı hangi kitabı okuduysa o kitap yüz bin satıyor. Ama siz bir ömür vermişsiniz, bir tecrübe yığınından ibaret kitabınızı koyuyorsunuz kimsenin haberi yok. Nasıl , “Ne biliyoruz ki” ne yaptı toplum bize, şekil verdi.Şu anda bu manada hepimiz beyni yıkanmış insanlarız. Ben de dâhil ayrı tutmuyorum çocuğum benden marka ayakkabı istiyor. Biz idealist insanlarız yapmayalım, etmeyelim, almayalım. Çocuğum okulda dışlanıyor, senin baban doktor annen doktor sana ayakkabı almıyorlar mı? İyi eğitim görsün diye daha kaliteli okula gönderiyorsunuz, orada yaşam standardı farklı. Ben çocuğuma ayda on beş milyon maaş veriyorum, arkadaşları günde on beş milyon harçlık alıyor. Bende onu verebilirim ama ben çocuğum hayatın gerçeklerini bilsin istiyorum. Ama bir taraftan da endişem nedir? Çocuğumu acaba eziyor muyum? Ne oldu? O toplumsal mühendislik benim düşüncelerimi istediğim gibi yaşamama izin vermiyor. Daha da ötesi inançlarım değer yargılarımı rahatlıkla ifade edemiyorum. İşte kendin olmak ,özerk olmak, inandığın gibi yaşayabilmek ancak özgür toplumların, özerk toplumların yapabileceği bir şey. Sosyal mühendisliğin veya yukarıdakilerin her şeye hâkim olduğu, en iyisini biz biliriz dediği sistemlerde insanların beyinleri yıkanmaya devam edecektir. Farklı bir düşünceye, farklı bir sese, farklı bir bakış açısına tahammül edemeyen sistemler onları kontrol edebilmek için bütün bu kitle psikolojisi ve sosyal mühendislik tekniklerini uygulayacaklardır ve uygulamaya devam ediyorlar. Evet, burada acaba herkes bu sisteme teslim oluyor mu? Kimler daha kolay teslim oluyor diye baktığımızda kişinin hasetten şükrana dediğimiz olgunlaşma evreleri var. Bir bireyin matürasyonu, olgunlaşması ilk başta hasetle beslenir. Güzel olan her şeyi yok eder, güzelliğe tahammül edemez. Güzellik ancak kendisinde olunca güzeldir, zenginlik, bilgi, güç kendisinde varsa iyidir, başkasındaysa yok edilmelidir. Bir üst olgunluk aşamasına geçerse bunun adına aç gözlülük diyoruz. Vay hain vay, o almış, onun elinden ben alayım. Bütün güzelliklerin kendisinde toplanmasını ister yani yok etmek istemez, onu ondan nasıl alabilirim, Amerika’nın yaptığı gibi. Bütün petroller benim olsun. Biraz daha olgunlaşırsa kıskançlık evresine gelir, çok iyi bir evredir. Kıskançlık evresi onda var bende niye yok, bende de olsun. Biraz daha olgunlaşırsa şükran duygusuna ulaşır, ne güzel ya insanlarda var sanki benim gibi mutlu oluyorum. İşte insanlarımızın olgunlaşma seviyeleri şükran seviyesine ulaşmamışsa haset, açgözlülük ve kıskançlık evrelerinde kalmışsa tüketim toplumunda bu evrelerin getirmiş olduğu eksiklik ve kusurlarla kitle iletişim araçları, filmleri, edebiyatı, müziği, bütün sanatsal etkinlikleri sizi bu sistemin kurbanı olmaya zorlayacaktır. Arabası var, güzel mi güzel, şoförü var özel mi özel. Ne yapacağız? Bizim bisiklet yok. Ne yapacağız şimdi. Evet demek ki, kişinin bireysel dayanma kapasitesi kişinin olgunlaşmasıyla da ilintilidir. Eğer kişi gerçekten bu mana da olgunlaşmış,o bağlanma ve ayrışma süreçlerinde özerk olmuş, kendi çeperini sağlam çizmiş, eşik değeri yüksek, şükran duygularına ulaşmış bir olgunluktaysa, o insanı hiçbir sistem yıkamaz.Bu da işin diğer cephesi. Ama böyle bir adam var mı?Bilmiyorum. O gerçekten ideal adam, varlığıyla onur duyan, fakirlik ve zenginlik, savaş ve barış, yenilgi ve zafer onun için aynı değere haizdir , o vardır ve yaşamını istediği gibi düşünüp var etmektedir. Endirekt yöntemlerden birisi, dışlanma kaygısıdır.Bir grubun içinde dışlanma en büyük tehdit ve tehlikedir. Biraz önce kızımla ilgili söylediğim şey acaba arkadaşları dışlar mı? Evet, dışlanma duygusuna tahammül edecek kadar güçlü olmadığınız müddetçe, dışlanmaya tahammül edemezsiniz. En büyük acılardan birisi insanoğlunun tecrit edilmesidir. Tecrit etmek en büyük tehdittir. Eğer bir düşmanınız varsa, sevmediğiniz bir insan varsa, onu hiç muhatap kabul etmeyin çılgına döner, yok sayın çılgına döner. Yüz kat küfürden bin kat dayaktan daha etkili sıkıntı verici bir derstir. İşte dışlanma kaygısı nedeniyle grup dinamiklerine uygun hareket etme mecburiyeti , kişiyi endirekt yöntem olarak etkisi altına almaktadır. Evet, yalnız kalamazsınız eğer yalnız kaldığınızda buna dayanacak kapasiteniz yoksa yok olursunuz. Bütün bu sistemlerin etkisi altında kişi bir müddet sonra yaşadığı gibi düşünmeye başlar. Çünkü düşündüğü gibi yaşayamıyor. Sistem buna müsait değildir. Beyin yapımız artık yaşadığımız gibi düşünmeye bizi sevk eder. Artık haklı gerekçeler, aklileştirme sistemleri, mantıksal açıklamalarla mevcut sistemi niçin savunduğumuzu izah etmeye başlarız. Benim biraz önce çocuklarıma acaba zarar mı veriyorum, dışlanma kaygısıyla filan marka ayakkabıyı almak mecburiyetinde hissettiğim gibi. Ne yaptım, kendimi kurtardım, aklileştirdim bunun gibi. Tabi beyin yıkamanın yumuşak yöntemleri, disosiye edici yöntemleri grup üzerinde uygulanmaktadır. Belirli idealize edilmiş eylemlere yönetici kitle tarafından destekler verilir. Bunlar maddi ve manevi desteklerdir. Onun gibi düşünmeyen, onun gibi üretmeyen sistemlerde destek verilmediği gibi, engel ve cezayla karşılaşırlar. Biz psikoloji de gayet iyi biliyoruz ki, pozitif ve negatif pekiştireçler vardır. Eğer bir şeyi yaptığınızda siz pozitif olarak destek alırsanız o davranış hep devam ederek, artarak gider. Ceza görürseniz o davranıştan kaçınırsınız. İşte kitle psikolojilerinde diyelim, bir ideolojik yapılandırma, ülkenin belirli kesimine hâkim olmuş ve siz onu bir tehdit olarak algılıyorsunuz. Bu bahsetmiş olduğumuz yöntemlerle zorlayıcı veya disosiye edici sistemlerle, sistemin üzerine gittiğinizde sistemin büyük bir kısmını dağıtabilirsiniz. Zaten çekirdek sağlamdır, diğer halkalar zayıftır. Onlar bir takım aidiyet duygusu, bağlanma zayıflıkları vs.vs, birtakım bireysel patolojiler nedeniyle o grubun üyeleridir. Çok az çekirdek bir grup gerçek manada özerk ve bağımsız düşünür. O gruba yapılacak bir baskı sonuçta başarıya ulaşır. Bunun örneklerini çok net görebilirsiniz 28 Şubat sürecide bunun çok güzel uygulanmış örneklerinden birisidir. Belirli bir kitleyi, belirli bir düşünce sistemini büyük oranda ben değiştirdiğine inanıyorum. Düzene uyumlu, yeni bir ne diyelim böyle fincancı katırlarını ürkütmeyecek bir kelime bulalım, yeni bir spektrum oluşturdu. ---yapılanma--- Yapılanma oluşturdu. Sistemden farklı düşünen yapılar o süreç sonucunda, o sistemle belirli oranda intibak edici bir yapıya dönüştü. Tehlikeli olmasın söylediğiniz şey, buyurun Konuşmacı: Hayır, hayır… Biraz önce eşyanın tabiatı… TAHİR ÖZAKKAŞ: Şimdi tabi eşyanın tabiatına uygun nasıl Konuşmacı: Eşyanın tabiatı nedir? TAHİR ÖZAKKAŞ: Eşyanın tabiatı birey olmak, aidiyet duygusu yaşamak, önemsenmek, değerli olmaktır. Birey için önemli olan bunun üstündeki her şey rölatiftir, inançlar, değerler vesaire, vesaire. Biz onlara sıkı sıkıya sahip oluruz, varlığımızı bir şekilde onlarla temin ederiz. Siz AA kategorisindeki bir sistemle varlığınızı onatamıyorsanız, değerlilik hissedemiyorsanız B fırsatı çıkmışsa B’Ye geçebilirsiniz. Eşyanın tabiatı, sizin değerli ve önemli olmanız, bir yere aidiyet duygusu hissetmeniz, birileri tarafından desteklenmenizdir. Bu satılma, yalakalık yaranma anlamında değil. Gerçekten kendinizi orada var hissediyorsunuz, önemli hissediyorsunuz. Diyebilirsin, doğrudur. Şimdi şeyi karıştırmayalım. Yemek içmek, eşyanın tabiatına uygun bir şeydir. İnsanoğlu içinde bir var oluş şekli eşyanın tabiatıdır, boşlukta yaşayamaz. Bir çeper oluşturmak, içerik yoktur, diyorum. Burada içeriği orada bulabilir, burada bulabilir, farklı olabilir ama eşyanın tabiatı birey olarak bir şekilde var olabilme gücüdür. Konuşmacı: O zaman var oluşa… Eşyanın tabiatı çok soyut bir kavram TAHİR ÖZAKKAŞ: Şimdi söyle söyleyeyim; bir çocuk annenin sevgisi olmadan uzaklaşamıyor eşyanın tabiatına uygun olan şey anne sevgisini verirken onun uzaklaşmasını izin verici, onaylayıcı bir sistem. Çocuk anneden o onaylayıcı bakışı ve uyguyu hissedemezse ayrılamıyor, bu çocuğun tabiıatı. Çocuk altı ay süreyle anneye bağlıdır, tabiatı bu altı aydan sonra başını geriye doğru atarak, anneden uzaklaşmak başlar, eşyanın tabiatı budur. O doğal olan sürece anne destek verirse, sistem çalışıyor destek vermezse, köstek olursa sistem bloke oluyor. Bir yaşına geldi mi çocuk, yatay hareketten, dikey harekete geçer , eşyanın tabiatı budur. İnsanoğlu bir yaşı civarında yürüme edimin otomatik yapar. İçinden gelir, epigenetik bir açılımdır, diyoruz. Daha sonra kendi sınırlarını tanımlama, nerede başladığını, nerede bittiğini bilme eşyanın tabiatına uygundur. Eşyanın tabiatı dediğimiz şey, bir başkası tarafından saygı ve sevgi görülme ihtiyacıdır, onanma ihtiyacıdır. Değerlilik ihtiyacıdır, bunu eğer temin edemezse yapı otistik hale dönüşür, iç dünyasında fantezi kurar, fantezi dünyasında kendisinin önemli ve değerli olduğu hissini yaşar. Bu ihtiyaç temel ihtiyaçtır, içeriği önemli değildir, diyorum. İçeriği, filan ideoloji, filan bakış, tüketici toplum hiç önemli değil ise, biz bu değerlilik hislerini mevcut yapı içerisindeki sistemde bize dayatılmışsa orada arıyoruz. Bir kısım insanlar birey olmuş, özerk olmuş, bağımsız olmuş, farklı düşünüyorlar, bu yapıya bu insanlar direnebilir, diyorum. Çok az bir grup insan ama orada aidiyet duygusu ile o cemaate, o gruba bağlanmış insanlar, diğer bir baskı, daha güçlü bir baskı onların üzerine geldiğinde çekirdeğin etrafındaki büyük hareler direkt öbür tarafa bağlanmaktadır. Bir ara geçiş olur, benim söylemek istediğim şey bu. Konuşmacı: kendini bulma meselesi zannediyorum, hocam yani kişi kendini bulduğu yerde duruyor TAHİR ÖZAKKAŞ: Kesinlikle Konuşmacı: Oraya ait TAHİR ÖZAKKAŞ: Oraya ait hissediyor. Orada kendini var edebiliyor, diğer alanda var edemiyor, yok oluyor, dayanma kapasitesi zayıf veya gerçekten oraya inanıyor. Bir de o var , yani orayı sorguluyor, içsel sorgulama yaşıyor, hayır bu gruptaki benim değerler sistemİ, benim mantığıma oturmuyor, diyor. Bu çok ciddi bir hesaplaşma ve sorgulamayla farklı bir düşünceye geçmektir. Bu da hoş bir şeydir. İnsan kendini sorgulayabilecek kadar olgunlaşmış, yanlış da olsa önemli değil, kendi tercihleriyle böyle bir değişime kendi rıza göstermiş ve talep etmişse, bu insan alkışlanacak bir insandır. Nerden nereye geçerse geçsin. Ama güdülenmeyle, biraz önce bahsetmiş olduğumuz beyin yıkama yöntemleriyle, endirekt ödüllendirme, değerli olma, başkaları tarafından onaylanmak gereksinimi olmadan, böyle bir bilimsel sorgulamayla bunu yapmışsa, bu insan cidden birey ve kimlik olarak olağanüstü bir insandır. Çünkü sorgulayabiliyor o, sorgulama elindeki mevcut datalar perspektifinde şunları doğru buluyor, şunları yanlış buluyor, doğrulara yöneliyor. Bunda da bu cesaret var. Bu insan gerçekten alkışlanacak bir insandır. Tek istisnası bu beyin yıkama yöntemlerinin, bu aidiyet, bu bağlanma, değerli olma, saygın olma, madalya, öykünme, özdeşim gibi faktörler olmasın, bunların etkisi altında gelişmesin. Tabi bu grubu manipüle etmek için, bu mana da baktığınız zaman kendim gibi düşünen insanlara bir takım ödüller verirsem, madalyalar verirsem, bu grubun dışında olan insanları grubun dışına atarsam ve dışlarsam ki, bu sosyal mühendisliğin ana konularından birisidir. Siz yumuşak yapacaksınız ya soft, totaliter rejim değilsiniz ya, sizin gibi düşünmeyen insanları hep siz kenarda durun, çizginin bu tarafında siz yabancısınız, siz kötüsünüz. İşte bu insan kendini kötü hisseder, değersiz hisseder, dışlanmış hisseder. Bunların içinden bir müddet sonra halkalar kopar, bizde sizin gibiyiz der. Biz onlardan değiliz, der. Burada grup dinamiklerinin ayrışma süreçleri başlar. Oda ilginç bir süreçtir. Böyle bir yapı içerisinde mesela, dışlanmış grubun içerisinde yeni bir grup türer. Bu grup önce bir lider oluşturur. Liderin etrafında bir hale oluşur, bu grup arkadaşlığının dinamiği, o grubun en büyük hedefi, içinde doğduğu gruba düşmanlıktır. Pis ve kötü odur. Çizginin öbür tarafında ona kötü diyorlar ama o kötü diyenlere bakmaz, temel dinamiği ayrışabilmek ve kendine ait bir sınır çizebilmek için kendi doğduğu grubu en büyük düşman ilan eder, keskinleşir sistemler. Bu da var olabilmek için, çeper çizebilmek için doğmuş olduğu grubun dışlanmasını gerektirir. Hedef olarak onu alır. Konuşmacı: Bunlar tekrar adam olurlar mı? TAHİR ÖZAKKAŞ: Onlar yeni gruplar doğururlar. Konuşmacı: Doğurdular, doğurdular tekrar bir araya gelme şansları yok mu? TAHİR ÖZAKKAŞ: Yok, yani bu grup diğer grupla tekrar rahatlıkla birleşme yaşayamaz. Çünkü orada bir lider oluşturmuşlardır, ayrı bir çadır kurmuşlardır. Ayrı bir beylik kurmuşlardır. Bizim beyliğimiz büyük beyliktir, onlar kötüdür. Eğer bu beylik büyümediyse, o hainlerin yüzündendir, o alçakların yüzündendir. Onlar, yıllarca bunu yaptı, şurada onlara düşman olan kitle vardı, ama diğer kitleye bakmazlar, derdi onunladır. Çünkü orada da temel hikâye yine konunun içeriği değildir. Ayrı bir örgütlenmede kimlik çeperinin korunması ihtiyacıdır. Filan partinin içinden bir particik doğar, hep filan partiye çatar, öbür partilere çatmaz. Rüştünü diğer partiye ispat etmektir. Aynı ergenlikteki bir gencin babasıyla çatışması gibi. Aslında bunlar baktığımızda çok basit dinamiklerdir. Konuşmacı: İspat ettiğini zannederse TAHİR ÖZAKKAŞ: Nasıl? Konuşmacı: İspat ettiğini zannederse, ispat edebildiğini hissettiği noktada. TAHİR ÖZAKKAŞ: Zaten onlara ispat ettiklerine inanırlar, zannetmezler. Onun için, bizim bu kötü diye nitelendirdiğimiz aslında kendi içsel düşmanlıklarımızdır. Projeksiyon yapar. Yani ne diyorsa aslında kendisi odur. İçindeki sistem odur. Anlatabildim mi? İşte bunlar haindir, alçaktır, diye suçladıkları şey, kendi içsel hainliklerinin dayanılmaz acısıdır. Çünkü onlar ihanet etmişlerdir, orayı suçlayarak rahatlarlar. Bunlar bilinen psikolojik mekanizmalardır. Yani bir grup nasıl oluşur, gruptan ayrı bir grup nasıl doğar, bunlar süreçleri ve dinamikleri bilinen şeyler. Dışarıdan izleyen bir sosyolog veya bir psikolog bu konuyla ilgili politik psikolog bu mekanizmaların nereye gideceğini, sürecin nerede biteceğini, nasıl gelişeceğini çok net görür. Bir nevi yazgı gibidir . Konuşmacı: Hocam bahsettiğiniz o davranışın altında… Kompleksi olabilir mi? TAHİR ÖZAKKAŞ: Ona biraz sonra geleceğim. Vaktimiz var mı? Ben böyle daldım gidiyorum, ama saat kaç oldu. Sekize yirmi var. Konuşmacı: Bir şey sorabilir miyim? Konuşmayı bitirdikten sonra bir soru cevap yapacak mısınız? TAHİR ÖZAKKAŞ: Yapacağım. Şimdi yumuşak geçişin, kitleleri belirli bir yönde kanalize edebilmenin diğer bir aracını da ego idealizasyonu, deriz. Bireylere, sosyal mühendisler olması gereken ego idealleri yaratırlar. Eğer siz sanatçı bir toplumsanız sanatçıları ön plana alan, edebiyatçıları ön plana alan, musikiyi ön plana alan bir eğitim programı, kitaplarınızla, görsel medyanızda, romanlarınızda, filmlerinizde yarışmalarda hep bunu işlersiniz ve kitle ona yönelir. Ama sizin yapınız, tüketim toplumu gereği tüketiminize yönelik ve para kaynaklarınıza göre bir değerler hiyerarşisi oluşturmuşsa, çocukların ego idealleri o perspektifte gelişecektir. Bana son sekiz on yıldır gençlerin geliş nedenleri, ergenlerin geliş nedeni, çok saygın ailelerin çocukları mafya liderliğine soyunmak üzere geliyorlar. Bunu televizyonlarda falan izliyoruz. Ama sanki bu gerçeğe dönüşüyor zannediyoruz. Ama muayenehanelerimizde çok saygın aile çocukları, mahallede çete kurup, kendi apartmanlarından veya sitenin içerisindeki bireylerin arabalarını soyup, oradan teyplerini alıp, satıp, bunu çete lideri olarak arkadaşına dağıtıp, ceplerine birer bıçak bulabilirlerse, bir silahla , filan okulun önündeki daha yumuşak çocukları bulup, onları gasp yapmaları inanılır gibi değil. Ne yapacaksınız? Gelip karşıma oturuyor, böyle bitirim tip, elde tespih, yaş on beş-on altı, ağabey bu işler böyle, diyor. Yani iki tane adam vuracak, ağabey ceza evine nasıl düşülür. Tabi benimde cezaevi doktorluğum var. Bir süre ceza evindeki jargonu, cezaevindeki yaşam şekillerini, ben bunları anlatıyorum. İşte sizler sübyan koğuşuna gidersiniz, sübyan koğuşunda başınıza önce neler gelecek, onları bir duyun. Bunlar çetecilikten vazgeçiyorlar. Koğuş ağası sistemini anlatıyorum, paspas yapma, çay demleme. Evet burada da demek ki, toplumsal mühendislikte yönetici kitle veya iktidara sahip olanlar, idealize ettiği kimliği topluma öngörüyorlar. Kişilerde onu olabilmek için, o sisteme entegre oluyorlar. Şimdi bu grupların beyinlerinin yıkanmaması veya dağılmamasını sağlayan etkenler nelerdir? Bu da toplumların grup dinamikleri açısından özellikle azınlık veya bir millet kavramı veya azınlık kavramı olduğunda sistem bu kadar kolay şekilde çalışmıyor. Yani bir milleti, bir topluluğu dış bir gücün bu manada beyin yıkama yöntemleriyle yok etmesi mümkün olmuyor. Bastırıyor, sindiriyor ama onun bireysel var oluşunu ortadan kaldırmıyor. Bunun en güzel örneği, değerli hocamız Vamık Volkan Beyin çalışmalarında ortaya çıktı. Vamık hoca grup dinamikleri üzerine çalışan ve dünyadaki politik psikolojiyi kuranlardan birisidir. Şu anda Türkiye’de. Amerika’da Amerikan hükümetinin de danışmanıydı. Kıbrıslıdır. Kıbrıslı Rumlar ile Türkler arasındaki grup dinamiklerini inceledi. Sırplarla Boşnaklar arasındaki grup dinamiklerini inceledi. Letonyalılarla Estonya’lılılar arasındaki grup dinamiklerini inceledi. Filistinlilerle İsrailliler arasında birleşmiş milletlerin nezdinde kurulan komisyonlarda danışman olarak görev aldı. Burada, Psikolojik travmaların grup dinamiklerine etkisi ve iki ayrı düşünen grupların uzlaşı zeminleri ve bunda aşılması gereken psikolojik yapılandırmalarla ilgili çalışmalar yürüttü. Vamık Volkan Beyin kitapları bağlam yayın evinden çıktı, oradan okuyabilirsiniz.Nasıl çalışmaları var ama yayınlanmadı. Benim bildiğim kadarıyla mesela; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde daha 1967–1970 1974 harekâtından önce, herkes kendini orada esir hissediyor, Rumların baskısı altında hissediyor,her an yok edilme telaşı kaygısı içerisinde ve herkesin evinde bilinçsiz şekilde Kanarya kuşları var. Bir kafes değil, her evde birkaç kafes, onlarca kafesi olan ev var ve kanarya besliyor. Bunlar diyorlar ki, biz kanaryayı severiz. İlginçtir ki, 74 harekâtından sonra çok az evde kanarya beslenir olmuş. Kanarya kişinin bir milletin bir bireyin bir kendiliğin timseli ve özgürlüğe gideceği günü bekliyor. Orada o kanaryayı canlı ve varlığını devam ettirir gördükçe, bilinç dışı düzeyde metaforik olarak bir umut var, yaşıyor ve canlı ne kadar çok kanaryayı yaşatırsa, muhafaza ederse bir gün onlar uçacaklar. Yeni nesil toplum bunu bilmiyor. Ama 74 barış harekâtından sonra kimse kanarya beslemez olmuş, bütün kanaryalar uçuyor. Kanarya o toplumun ayakta durma dinamizmini temsil eden metaforik bir araç haline dönüşüyor. Filistinlilerle ilgili yaptığı çalışmada, biliyorsunuz Filistin’in büyük çoğunluğu İsrail’in kontrolü altında ve çaresiz. Tanklar, tüfekler bir ulus, bir toplum onlarca yıldır baskı, şiddet,terör altında, varlığı onanmıyor, devleti yok, ülkesi yok, toplumu yok, bu çok kötü bir duygudur. Bu duyguyu kaybetmediğimiz için bu duyguyu Allah kaybettirmesin vatan kavramı, devlet kavramı o kadar önemli ki aidiyet duygusu açısından köklü bir his, çok önemli bir duygu. Onun için köklü ulusların, köklü medeniyetlerin, köklü ustaları olur, köklü birikimleri olur. Bu mana da kökü olmayan toplumlarında üretkenliği olmaz, zayıftır, çürüktür. Gene Vamık hocanın incelemesinde ilginç bir metafor buluyor. Her Filistinli çocuk ve genç cebinde bir nohut büyüklüğünde taş taşırmış. Bir İsrailli askerle karşılaştığında, elini cebine sokar ve o taşı sıkarmış. Bu taş ona inanılmaz bir enerji ve güç veriyor. Bütün toplumun dinamizmi o taşta saklı, senin arkanda Filistin halkı var. Sen Filistinlisin. Ne oldu metaforik düzlemde? O kitlenin o baskıya karşı dağılmamasını temin eden metaforik düzlemdeki bir dayanma eşiği oluşuyor. İnsan bu manada kitle psikolojisi anlamında eğer dizaynı sağlamsa, kendini koruyucu ufacık bir taştan bir varlık ve güç hissetme duygusu, ölüm gözüne gözükmüyor. İşkence gözüne gözükmüyor, o güçlü, o taş cebinde, ona dokundu, o Filistin halkına dokundu, böyle bir yapı. Tabi bu manada baktığınız zaman, bir takım şeylerin kutsanması, o toplumsal yapının, dinamizminin ayakta kalabilmesi için gerekli. İşte bunun en güzel örneği, Çanakkale savaşı. Yedi düvel saldırmış, çaresizlik, yokluk, bitmiş bir ülke ve siz orada direniyorsunuz. Direnmenin temelinde baktığınız zaman bir ego ideali var, şehitlik duygusu. Bu çok önemli bir şey. Bugün bu duygularda tarumar oldu. Biz, ülke işgalinde kimler, ne için savaşacak, biraz soru işareti tabi. Şehitlik duygusu içsel olarak oluşturduğumuz, o çeperin içindeki bir nesne, rölatif. Kişinin bundan bir varlık hissetmesi, ego ideali dediğimiz vatan için, bu millet için ölünmeli. Üç lisan bilen binlerce genç subay Çanakkale de ölüme gitti. Hangi idealle, şehitlik idealiyle. Şehitlik nedir? Bir ahiret inancıdır ve toplumların geleceğinin, çocuklarının bacılarının, annelerinin namuslarını koruma duygusudur. Ölüyorsun, pisi pisine gidiyorsun, yoksun bundan sonra hayatta, niye ölüyorsun ki. Hayır, demek ki her toplumun ayakta kalabilmesi için gerekli olan ruhsal komponentler var. Filistinli taşa, Kıbrıslı kuşa, Çanakkaleli şehitlik mertebesi dediği bir duyguya ulaşmak için gidiyor, yıkılmıyor. Aynı şeyi, bir takım idealler uğruna idama giden, sağdan veya soldan hiç önemli değil ideal insanlarda da görürsünüz. Çok onurludur, çok diktir, idam, sehpasına gider. Nedir onu var eden şey? O, kendi içindeki ego idealidir. Onu toplum yutamaz, onu sistem yutamaz, o sadece bedensel olarak asılır, ruhsal olarak asamazsınız. Düşüncelerine kilit vuramazsınız. İşte onu, o yapan şey aidiyet duygusundaki içsel özerklik duygusu. Bu da takdire şayan, psikolojik açıdan, insani açıdan savunduğu şeyi ölümüne savunabilmek. Her türlü baskı,her türlü beyin yıkama,her türlü imha hareketi karşısında direnip, yalnız başına da olsa kalabilme mücadelesi, özerklik. Tabi bu dayanma kapasitelerimizi bir grafik olarak, bir eşik değer olarak nitelendirirsek, her bireyin, her toplumun dayanma kapasiteleri farklıdır ve biz dayanma kapasitelerimizin düştüğü yerlerde birey olarak teslim oluyoruz, grup olarak teslim oluyoruz, hatta millet olarak teslim oluyoruz. Ve bunlar bize ciddi travmalar olarak geri dönüyor, ruhsal dünyamızda sıkıntılar yaratıyor. Evet, ben konuşmayı burada kesmek istiyorum, konuşmayı sorular varsa alacağım buyurun. Konuşmacı: Eşiği birileri oluşturmuş mu, yoksa kendiliğinden mi? TAHİR ÖZAKKAŞ: Kendiliğinden. Bunların hepsi bilinçdışı ve kendiliğinden. Belli değil. Hayır, bunlar bilinçli değil. Bunlar insan ruh yapısının TAHİR ÖZAKKAŞ: Bu taş büyük taş değil, nohut büyüklüğünde, herkes elini koyup o küçük taşa dokunduğu zaman güç hissetmesi. Metaforik bir şey. Konuşmacı: Ben birkaç soruyu bir arada soracağım. Biraz zamanınızı almak istiyorum. Beyin yıkma teknikleri, kitle psikolojisi, siyasal yapılar ve mühendislik. Bugünün başlığı beyin yıkama deyince şahsen kendi aklıma buraya gelmeden önce negatif hisler uyandıran şeyler ortaya çıkıyordu. Kendimce birçok insanında aklında böyle olduğunu düşünüyordum. Beyin yıkama hakkında. Şimdi bu beyin yıkama ve kitle psikolojisi sürebilmesi ve bunların gerçekleşebilmesi için sizin de dediğiniz gibi etkilenen ve etkileyenin olması gerekiyor. Bir özne ve nesne gibi görebiliriz bunu. Buradan bir toplumsal bir kukla doğuyor yani insanını toplum içinde yaşaması kitle psikolojisinin beyin yıkamanın varlıksal olarak ortaya çıkmasını sağlıyor. Yani toplum içinde yaşıyorsak, bu kavramlardan uzak duramayız. Gibi geliyor bana. Buralara geldiğimde bu düşüncelerle geldiğimde artık beyin yıkamanın negatif yanlarını da kendi kafamdan silmeye başladım çünkü çok doğal bir şey yani sizin içtiğiniz su kadar doğal bir şey beyin yıkama süreci insanlar arasında bir ilişki olduğu için insan tek başına yaşamadığı için ve toplum içinde yaşadığı için çok doğal bir süreç yani dediğim gibi kafamdaki negatiflikten kurtuldum birazda iradenin iktidarın olduğu yerde beyin yıkama kitle psikolojisi devreye giriyor onu anladım. Birkaç soru kaldı onları da toparlayayım şey dediniz mesela işte annenin bir özerklik çocuğa özerkliği vermesi kavramından bahsettiniz özerkliği şu noktada vermiyor mu mesela doğumla beraber bir özerklik başlamıyor mu? TAHİR ÖZAKKAŞ: bedensel özerkli ruhsal özerklik daha sonra ortaya çıkıyor. Konuşmacı: bilimsel araştırmalar bunun daha sonra mı ortaya TAHİR ÖZAKKAŞ: Beş yıl içerisinde çıkıyor. Konuşmacı: Ha, ha anladım. Onun dışında bir de şeyden bahsettiniz mesela. İşte işkenceciler profesyonel işkenceciler aynı zamanda da işkence görmüş kişiler olması gerekiyor yani değil mi? TAHİR ÖZAKKAŞ: Evet travmatik kişiler Konuşmacı: Peki, burada işkencecilerin yani beyin yıkama teknikleri uygulayan kişilerin kendi açıkları yok mu? Karşısında işkence yaptıkları kişinin durabileceği çünkü kendileri de hasta, bir yandan çok güçlüler, bir yandan da güçsüzler. Beynini yıkamaya çalıştıkları kişiler güçsüz oldukları noktaları keşfedemezler mi? Yani durumu tersine çeviremezler mi? TAHİR ÖZAKKAŞ: Çevirebilirler tabi. Bu işkenceciler daha çok mekanik, daha basit, daha primitif düşüncesi olan insanlardır. Sistemi yönetmez, onlar kullanılanlardır. Konuşmacı: Birde şeyden bahsettiniz kitle kontrolü ve birey kontrolü. Tabi bunlar birbirinden ayrılmayacak şeyler ama bir başlangıç noktası var mı ? Yani liderleri kontrol etmek tabiî ki herhalde bireyleri kontrol etmek için kullanılabilir, yoksa tek tek bireyleri kontrol etmek zaman kaybından başka bir şey olmaz herhalde, çünkü o bireyleri kontrol edenler idolleri, idealleri ve bir anlamda insan formuna girmiş liderleri TAHİR ÖZAKKAŞ: Neyi kontrol etmek ihtiyacı hissediyorsun ki bırak onlar özgürce yaşasınlar. Konuşmacı: Yok, hayır ben sizin TAHİR ÖZAKKAŞ: Böyle liderleri kontrol edip, kendi hâkimiyetini kurmak gibi bir yaklaşım tarzı hissettim. Konuşmacı: Yok yok hangisiyle başlar, kitle kontrolüyle mi, birey kontrolüyle mi bu beyin yıkama? TAHİR ÖZAKKAŞ: Buna sistem mühendisleri karar verirler. Bireyine mi çalışalım, liderine mi çalışalım? Bazen liderde çalışırlar, bazen bireyde çalışırlar, bazen de her ikisinde birden çalışırlar. Bunun tarihsel örneklerini çok yakın tarihimizde görebilirsin. Konuşmacı: Bir de onanma sürecinden bahsettiniz, yani , ergenlikte doruk noktasına çıkan hani bu devamlı bir şey herhalde değil mi? İnsanın hayat boyu süren bir ihtiyacı. TAHİR ÖZAKKAŞ: En temel ihtiyacı o, çeperi oluşturduktan sonra sevgi beslenmesi için gereklidir. Ama şeyde doruk noktasındadır, o ihtiyaç ergenlikte 12–20 yaş arasıdır. Konuşmacı: Bir de şimdi kapitalizmin bu sistemleri , beyin yıkama sistemlerini kullandığını, psikolojiden yararlandığını söylediniz. TAHİR ÖZAKKAŞ: İşte reklâmlar, işte farkında olmadan reklâmda ufak bir kare geçiyor gibi. Konuşmacı: Daha fazla zamanınızı almak istemiyorum. Bu sistemin kendisinin değil de, bu sistemin amacıyla ilgili bir şey değil mi? İktidarda olan her sistemin bunu yapmış olabileceğini düşünüyorum.Bu kapitalizimdir, o izimdir, bu izimdir, ne izim olursa olsun sistem. TAHİR ÖZAKKAŞ: İşte değerler sistemimizi neye göre alıyorsunuz sanata göre mi alıyorsunuz, bunun örneğini Azerbaycan’dan verdim, orada mesela, okuyan insan değerli ve kıymetlidir, edebiyatçı kıymetli ve değerlidir. Bizde de çok parası olan kıymetli. Şimdi de, orada da çok parası olan kıymetli olmaya başladı. Konuşmacı: İşte bu beyin yıkama ve kitle psikolojisi pozitif anlamda kullanılabilir, önemli olan ideallerin herhalde. TAHİR ÖZAKKAŞ: Hayır, pozitif anlamda kullanılamaz, insanlara saygı duyarsınız, insanlar kendi tercihlerini kendi yapar, onları kendi hayatlarını yaşayacakları ortama koyarsınız. Ala kendi istediğinizin daha kaliteli olduğunu iddiasında bulunamazsınız. Cümlenin başında her şey boşluktur, her şey rölatiftir, dedim. Onun içersinde biz sadece varoluş ve aidiyet, çeper duygusu, onun içindeki her şey değişir, dedim. İnsana saygı buradan başlar. İnsan farklı düşünebilir, çok ters düşünebilir, sadece düşüncelerini yaşaması, ifade etmesi için ona özgürlük vermek görevleri. Gerçek bir demokrasi ve insan hakları istiyorsak, bizim düşündüğümüz gibi, çok iyi onlar, çok cahiller, biz onları adam edeceğiz falan, yok böyle bir şey. Onlar öyle yaşamayı kabul ediyorlarsa, bu onların haklarıdır. Konuşmacı: Bir de son bir şey soracağım, benim anladığımla, sizin anlattığınız beyin yıkama kavramı biraz şey gibi, biraz ayrılmıyor mu, bunda bir ayrım var mı ? Yoksa siz TAHİR ÖZAKKAŞ: İşte burada introzif dediğimiz zorlayıcı sistemlerle, şiddetle, cebirle, işkenceyle, uykusuzlukla bu zoraki beyin yıkama, hipnotik trans hali, meditasyon, müzik çalma detayına girmedim. CIA’nin kayıtlarında, Kore askerleri üzerinde ve Kore esirleri üzerinde yaptıkları birçok çalışma, Rusların yaptıkları birçok çalışmalar var. Yani kendi muhaliflerini kendi gibi düşünmek için yaptıkları sistemler. Sabahtan akşama kadar konuşma, dinletmek, bir takım etütleri dinletmek. şte 12 Eylül döneminde de yine aynı şeyler yapıldı, benzer şeyler yapıldı. Bunlar zorlayıcı sistemlerle beyin yıkama yöntemleri, siz kimliğinizi yok ediyorsunuz. Bir onbaşı geliyor. İşte siz yılların profesörüsünüz, doktorusunuz, avukatısınız geliyor sizi dövüyor orada. Siz orada hazıroldasınız, kafanız yerde, ne kişilik kalıyor, ne kimlik, karizma sıfır. Bu işte beyin yıkama. Bunlar, daha sonra çıkıyorsunuz demokrasi geldi ama o hatıralar hafızanızda var, hangi güç ve dinamikle siz siyasallaşacaksınız. Bir toplum çıkıyor karşınıza apolitize olmuş bir toplum. Bunların hepsi sistem mühendisliği işte. Konuşmacı: Ya ben şunu anlamaya çalışıyorum ikna ile beyin yıkama arasındaki fark? TAHİR ÖZAKKAŞ: Pek yok, karışıyor. Konuşmacı: Toplum içinde bireyin aileye bağını veya anneyle bağını kopardıktan sonra, diğer gruplarla bağ kurması gerekliliğinden bahsettiniz. Peki bu aile yapısı, bu çalışmalar batıdaki aile yapısı, batıdaki yaşantıya göre araştırmalar ona göre bu doğu toplumları ve daha önceki diğer topluluk şekilleri, tarihler farklı şekillerde yaşamışlar bunların hepsini bütüncü bir yargıya varabilir mi? TAHİR ÖZAKKAŞ: Yok orada sistemler ayrı, doğu toplumları ayrı, doğu toplumları daha çok cemaat tipi toplumlardır, hiyerarşik bir yapılandırma içindedir, batı toplumları özerk ve bireysel yapılandırma içindedir. Amerika’da Konuşmacı: Siz dediniz ya böyle, sonuçta bu söylediğiniz de batının gözüyle. TAHİR ÖZAKKAŞ: Hayır ibn-i Haldun’dan geliyor. İbni Haldun’u tanıyor musun? ilk sosyolog… İbni Haldun, Mümtaz Turhan Konuşmacı: Bireysellik ve kollektivizim olarak şey yaptınız ben ondan. TAHİR ÖZAKKAŞ: Tabi bu bilgi felsefesine de girer. Bu bizim konumuzun dışında. Cemaat tipi toplumların incelemesi ve aile ilişkileri incelenmiştir, tabi batı toplumlarından farklıdır ama aynı dinamikler geçerlidir. Konuşmacı: Netice olarak batı toplumları da cemiyet ve cemaat ayrımı yaptınız, benim bildiğim kadarıyla onlarda cemaat TAHİR ÖZAKKAŞ: Tabi onlarda cemaat, tarımsal toplum olduğu süre içerisinde cemaat toplumu olmak zorunda, aile bireyleri tarımsal örgütlenme de çalışmak zorundadır. Bir tane pederşahi reis olmak zorundadır. Sanayileşmeyle beraber bireyselleşmek zorundadır. Çünkü herkes özerktir. Tamamen ekonomik gelişmeyle ilintilidir. Onu iki yüzyıl önce yaşamıştır Avrupa biz yeni yaşıyoruz aynı süreçleri. Konuşmacı: Beyin yıkama tekniklerinden sormak istiyorum biraz geç geldim dolayısıyla ne yapmak lazım kişisel olarak. TAHİR ÖZAKKAŞ: Beyini yıkatmamak için mi, beyin yıkamak için mi? Konuşmacı: Etkilenmemek için, bir etkileyen bir de etkilenen… TAHİR ÖZAKKAŞ: Özerk bir insan, güçlü bir ego, kendi içsel sorgulamasını kendi yapabilecek ve değerlendirebilecek bir sistem ve uyumlu bir yapı. Etkilenmemenin temel yapısı bu. Güçlü ve özerk bir yapı Konuşmacı: Teknik manada, bu beyin yıkama tekniğini uygulayan kişi, bu konuyu teknik olarak biliyor,dolayısıyla profesyonel manada yapıyor. Yani şimdi onun tekniklerinden korunabilmek için, orada bir metot, bir usul var mıdır? Yok etmeye karşılık uygulanabilecek bireysel bir teknik var mıdır? TAHİR ÖZAKKAŞ: Sizin kastınız şu; beni hapsettiler, esir kampına aldılar veya zoraki cebirle beyin yıkama yöntemleri uyguladığı esnada kendimi nasıl koruyabilirim.Bugünkü toplumsal yaşantı içindeki, soft bir şekilde yapılan beyin yıkamaya karşı nasıl koruna bilirim. Bu iki sorudan hangisi? Konuşmacı: İkinci. TAHİR ÖZAKKAŞ: İkinci. İdealize ettiğiniz bir kimliğiniz varsa. Bu kimliğiniz, aidiyet duygunuz kendinize aitse. Bir gruba mensup olmakla beraber o gruba teslim olmamışsanız. O grubu da sorgulayabiliyorsanız. Dayanma kapasiteniz yüksekse. Değerler sisteminiz kendi içinde netse, bu etkilere karşı sorgulayan bir tavırla kendinizi koruyabilirsiniz. Şükran duygularıyla doluysa bir de sistem. Konuşmacı: Şimdi sistem mühendisleri toplumu değiştirmeye çalışıyorlar. Televizyon, iletişim araçları ve değişik enstrümanlarla toplum değiştiğinin farkında değil ama böyle bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu da bilmiyor o dediğiniz endirekt yöntem diye bir şey var TAHİR ÖZAKKAŞ: Endirekt yöntem evet. Konuşmacı: Bu durumda zannediyorum en önemli sorun Türkiye’nin, toplumun önce kendini savunma mekanizmasını herhalde diriltmek. Yani ben var olacağım, noktasına getirmek. Bu durumda da zannediyorum Kıbrıs'ta Türklerin kuş meselesi, Filistin’de de o taş. Herhalde Türkiye’de de toplumun; bir kuşa, bir taşa ihtiyacı var veya onun gibi simgeleşmiş bir savunma mekanizmasına. Ben var olacağım, yok olmayacağım. Ben değişmeyeceğim, ben ben olarak kalmak istiyorum. Senin dayatmalarına hayır diyeceğim diye. İçsel bir şey ortaya çıkması lazım ne dersiniz. TAHİR ÖZAKKAŞ: Valla biz istersek çıkmıyor. Toplumsal dinamikte böyle bir alt yapı varsa kendiliğinden spontan çıkıyor. Yoksa zaten kaderimizi yaşıyoruz. Siz temennilerinizi dile getirdiniz, isteklerinizi dile getirdiniz. Keşke toplumumuz kendi varlığını koruyacak birtakım güçlerin oyununa ve aletine gelmeyecek, sömürü ülkesi olmayacak bir yapıda kalsa. Hepimiz bundan gurur duyarız. Temenni ederiz ki, öyle olur inşallah toplumsal dinamikler. Konuşmacı: Şöyle diyebilir miyiz? Sistem mühendislerinin yaptıkları bu saldırı karşısında Türkiye’ye sahip çıkacak bir mühendisler.. TAHİR ÖZAKKAŞ: İşte, işte burada aydınlarımızın toplumsal uyanıklık içerisinde dinamik bir tavır koyması lazım.Bu görev aydınlara düşüyor. Buyurun. Konuşmacı: Beyin yıkama yöntemlerinden bugüne kadar kullanılmış olan beyin yıkama yöntemlerini anlattınız. Yakın geçmişte veya bugünlerde geliştirilmiş olan ve ileride uygulanması muhtemel olan yöntemler var mı? TAHİR ÖZAKKAŞ: Bir takım çalışmalar var. Elektro manyetik dalgalarla beyne hükmetmek, beyni etkilemek şeklinde. Bunlar henüz deneme aşamasında, henüz ciddi mana da bir şey yok ama projeler var. Bir takım elektromanyetik dalgalarla beyinin elektrokimyasına müdahale ederek, en azından konfizyon dediğimiz şaşkınlık, dağınıklık, karar verememe halini yaratma söz konusudur. Yani direkt düşünceleri, farklı düşünceyi empoze etme değil. Düşünceyi dumura uğratma anlamında bir takım çalışmalar var. Konuşmacı: Konuşmanızın başında dediğiniz gibi her şey boşlukta, hiçbir şey mutlak değil. Az öncede beyin yıkama olabilir dediniz. Mesela kötüye giden bir toplumun kötüye gitmesini sadece izleyecek misiniz? TAHİR ÖZAKKAŞ: İşte size göre kötüye gidiyor bende karşı taraftayım iyiye gidiyor. Ne yapacaksın şimdi? Konuşmacı: Çoğunluk.. TAHİR ÖZAKKAŞ: Çoğunluğu fahişelerden oluşan bir toplum fahişeliği kutsayacaktır. Yok, bu rölatif, bu onun için normal, her tarihsel dönemde değişmiştir. Biz normalliği bio-psiko-sosyal model içerisindeki şuan ki mevcut toplumun genel temayülleri olarak değerlendiriyoruz. Bu genel temayüller de toplumdan topluma değişir. Eskimo’lara gittiğinde Eskimo eşini sana ikram eder. Bu gece eşimle yatar mısın? diye. Bu onların geleneklerindedir. Bunu Türkiye ‘de yapmaya kalkarsan vururlar adamı. Konuşmacı:... TAHİR ÖZAKKAŞ: Ben hiçbir çizgide değilim, hiçbir çizgiye oturtmadım kendimi, çizgiler üstüyüm. Ben sadece incelemeye çalışıyorum, dinamikleri anlamaya çalışıyorum. Konuşmacı: Benim sorumda şu olacak. Az önce şehitlik gibi bir kavrama değindiniz ve pisipisine gidersiniz, ölümden sonra hayat yoktur gibi bazı şeyler söylediniz. Az önce de kader, herkes kendi kaderini yaşar diye söylediniz. Sonra akabinde inşallah dediniz, sonrada az önce Allah’la ilgili dua yaptınız. Yani bunların arasında bir çelişki yok mu? TAHİR ÖZAKKAŞ: Bende çelişkili bir insanım, sende öyle kabul edeceksin oda bir başka tür. Konuşmacı: Bu ne yaman çelişki o zaman. TAHİR ÖZAKKAŞ: Ne güzel bu yaman çelişki, bana ait bir çelişki, beni var eden şey. İlla senin istediğin gibi her şeyin doğrular ve eğrilerden oluşan bir sistem değil. Bende doğrular ve eğrilerin iç içe geçtiği bir sistemi savunuyorum. Bak yeni bir fikir çıktı buna da alışmamız lazım demek ki. Buyurun efendim Konuşmacı: ...herkes rahat herkes… Böyle bir toplum düşünülebilir mi? TAHİR ÖZAKKAŞ: Yok böyle bir toplum. Yok muhal. Konuşmacı: ... İnsan hakları… TAHİR ÖZAKKAŞ: Bu dinamik bir yapıdır. Konuşmacı: Herkes bu dinamizme erişemez mi? Özerk, kimse kimseye hükmedemiyor. TAHİR ÖZAKKAŞ: Bu Freud’la Einstein’ın karşılıklı mektuplaşmasına döner. Freud demişti ki, destruco dediğimiz libidinal enerjinin tahrip edici gazap duygusu insanını doğasında vardır ve insan yok etmekle mükelleftir. Einstein demiş ki, bunu iyiye dönüştürmek mümkün değil mi? Vallahi kanaatime göre mümkün değil. Savaşlar hep olacak, insanlık tarihi boyunca demiş. Çünkü özümüzde yok etmek gibi bir duygu var. Hani şeytani hisler ve meleki hisler diye İslam terminolojisinde geçer. Bir tarafımızda hep nefsi dürtüler, şeytani dürtüler vardır. Birey olarak toplumsal dinamiklerde de, toplumda da vardır. Mesela savaş hallerinde ne iyi toplumlarda bile hukuk kalktığında insanlar ne kadar vahşileşiyorlar. Konuşmacı: … Kuvvetli olacaksın… TAHİR ÖZAKKAŞ: O idealize edilmiş, o kızıl elma. Konuşmacı: Hayır, hayır tahrip edilmese. TAHİR ÖZAKKAŞ: Efendim ne güzel. Bende sizin temenninize katılıyorum inşallah öyle, bir ara ütopik sosyalistlerin bir hayali vardı. Komünle ilgili. Sizinde, böyle şükran duygularıyla dolu, verici, birbiriyle kaynaşmış, herkes özerk, kimsenin kimse üzerinde baskısı yok. Ne güzel olur öyle inşallah olur. Ama ona cennet diyorlar yalnız. Konuşmacı: Bu olgu, beyin yıkama olgusu yakın bir tarihte mi ilk izlenmeye başladı. Mesela binlerce yıllık olan bir kültürün içerisinde başa bölgelerde veya başka şekillerde de var mıydı? Veya buna telkin mi diyoruz? Yani ne isim veriyoruz. TAHİR ÖZAKKAŞ: Yani insanlık tarihi kadar eski ama bilimsel olarak incelenmesi özellikle soğuk savaş döneminde, Ruslarla Amerikalılar arasındaki harp döneminde esirlere ve karşı kamptan olanlara uygulanan, muhalefetlere uygulanan fikir değiştirme sistemleri olarak edebiyata girdi. Literatüre girdi Konuşmacı: Olumsuz anlamda değil mi? TAHİR ÖZAKKAŞ: Olumsuz anlamda. Yani komünist bir düşünceyi nasıl kapitalist bir düşünceye çeviririz kapitalist veya faşist düşünceye sahip olan bir beynin nasıl.. Konuşmacı: Karşı cephedekiler TAHİR ÖZAKKAŞ: Karşı cephedekiler. Fikirleri değiştirip mesela bunun en yaygını Rusya’da yapılmıştır. Psikiyatri hastaneleri ve psikiyatrisler bunu yapmak için memur edilmiş. Farklı düşünen, faşist olarak nitelendirilen kitleler akıl hastası olarak değerlendirilmiş. Nasıl olurda bir insan yani demokrat olamaz, komünist olamaz bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Eşyanın tabiatına aykırı olduğu içinde bunlar akıl hastasıdır ve tedavi edilmelidir diye, Gulag Takımadalarında, Soljenitsın ve benzeri aydınların akıl hastası olarak yıllarca takip ve tedavi edildiği psikiyatri klinikleri oluşturulmuştur. Benzer şey Kore savaşlarında Amerikalılara esir düşen komünist Kore askerlerinin üzerinde beyin yıkama teknikleri , CIA tarafından çok detaylı olarak yapılmıştı. Hipnotik trans bunlarla ilgili olarak CIA’nin kayıtlarından, arşivlerden çıkarıldı ve yayınlandı. Ne tür telkin? Beyin yıkama, egzersiz, fiziksel, jibal bunlarla ilgili yapılan çalışmalar. Bunların hepsi daha sonra gayri insani olarak değerlendirildi. Şu anda daha çok yumuşak manada belki, işte totaliter rejimlerde ve ara rejimlerde kitlelerİ yıldırmak veya grupları çökermek için beyin yıkama yöntemleri uygulanıyor ve uygulanmaya da uzunca bir süre devam edelicek gibi gözüküyor. Konuşmacı: Ama insan tarihinde bu pek dile getirilmemiş, bir ifadesi bile yok. Mesela Türkçemize "rain washing"'in daha evvel Türkçemize ne olarak kafa yıkamak diyemezsiniz herhalde beyin yıkamak diye… TAHİR ÖZAKKAŞ: Bu bir terim, dediğimiz gibi Konuşmacı: Bu bize ait olan bir şey değildi. Japonlara, Çinlilere de ait olmayan bir şey, insan tarihinde olmayan bir olgu birden bire herhangi bir şekilde filiz vermeye başladı. TAHİR ÖZAKKAŞ: Evet. Kızmayalım, yapmışlar yani ne yapalım. Son bir soru alıp, kapatacağım arkadaşlar. Buyurun. Konuşmacı: Beyin yıkama sürecinde siz dediniz ki, erkeklerin ve kadınların dayanma güçler aynı mıdır? Mesela Freud erkelerin… TAHİR ÖZAKKAŞ: Şimdi cinsellikle ilgili bir bağlantı olduğunu düşünmüyorum. Kişiliğin gelişimi ve gücüyle ilgili ama kadın toplumu daha duygusal ve daha zayıf bir ego yapısına sahip oldukları için etkilenmeleri daha yüksek, yıkımları daha kolay. O da ego zayıflığından kaynaklanan bir yapı, ama güçlü bir egoya sahip olan bir kadınla, zayıf bir erkeği karşılaştırdığında kadının dayanma kapasitesi erkekten her zaman yüksektir. Konuşmacı: Kadın veya erkek olması fark eder mi? TAHİR ÖZAKKAŞ: Fark eder. Yani kadın ve erkek anlamında cinsel fark anlamında değil, kişinin ego seviyesi, ego ideali, kendi içindeki referans noktaları önemlidir. İşte ego durumlarıyla alakalı kadın güçlüyse, beyne bir şey olmaz, zayıfsa dağılır. Peki, arkadaşlar çok çok teşekkür ederim, sağ olun.
Evet, arkadaşlar hoşgeldiniz bu güzel bahar gününde beni dinleme lütfunda bulundunuz, hepinize teşekkür ederim. Evet, konumuz “biraz ilginç”, beyin yıkama. Biraz oradan, biraz buradan konuşacağım. Ne konuşacağımı da bilmiyorum, önümde bir yol haritam var ama buna ne kadar sadık kalırım.