Süpervizyonda Paralel Süreç
Kenneth R. EVANS – Maria C. GILBERT
“İçsel süpervizör”ünü geliştirmiş bir psikoterapistin (ve süpervizörün) en önemli özelliğinin kendine dönme kapasitesi veya “eleştirel öznellik”(Reason, 1994) olduğunu düşünüyoruz (Casement, 1985). Kendine dönme pratiği terapistin bir yandan kendi deneyimi ve hastasının deneyime dair bir farkındalık taşırken diğer yandan biraz mesafeden durup ikisi arasındaki dinamik etkileşime bakabilme yetisini de içerir. Kendine dönme kapasitesinin sınanması için belki de en uygun yol paralel sürece dair özdeşleşme, farkındalık ve anlayışa bakmak olacaktır.
Phillip’le yapılan klinik çalışma boyunca deneyimli bir meslektaş ile düzenli olarak meslektaş süpervizyonu yürütüldü. Ağırlıklı olarak odaklanılan alan aktarım oldu. Paralel süreçte ortaya çıktıkça veya eyleme döküldükçe hem terapist-hasta ilişkisinde hem de terapist-süpervizör ilişkisindeki aktarıma bakıldı (Doehrman, 1976).
Süpervizyonun sadece paralel süreç için değil pek çok farklı nedenle gerekli olduğunu vurgulamak istiyoruz. Aslında paralel sürece yapılan aşırı vurgu, özellikle daha az deneyimli terapistler için, kendi kişisel terapisi olarak yaşantılanacak kadar sınırlandırıcı, tehditkâr ve baskıcı olabilir. Başka yerlerde süpervizyonun tanılama ve değerlendirme, müdahale stratejileri, etik ve profesyonel pratiğe dair kaygılar, teorik gelişim, terapistin kendini koruması gibi farklı alanlarda işlev gördüğünü söylemiştik (Gilbert ve Evans, 2000). Ancak, bütüncel terapiye kişisel ve gelişimsel yaklaşımımız, paralel sürecin biraz daha ayrıntılı olarak ele alınmasını gerektiriyor.
Paralel süreç literatürü ağırlıklı olarak psikanalitik gelenekten beslenir. Hümanistik ve bütüncül yaklaşımda Caroll, 1996; Hawkins and Shohet, 2000; Gilbert ve Evans, 2000 gibi süpervizyon üzerine yazılmış kitaplar dışında konuya değinen kaynak çok azdır. Son zamanlarda süpervizyondaki paralel süreci hümanistik bir anlayışla araştıran ilginç bir araştırma projesi iki bütüncül yaklaşımlı psikoterapist ile iki gestalt psikoterapisti (Poole, 2005 baskıya hazırlanıyor) tarafından yürütülmektedir.
Searles (1955) paralel süreci, terapide hasta tarafından başlatılan sürecin süpervizyonda tekrar edilmesi, yani tek taraflı bir süreç olarak tanımlar. Oysa Doehrman (1976), bu geleneksel anlayışı sorgulayarak, süpervizyonda da bir sürecin başlatılabilineceği ve bunun da terapide tekrar edilebileceği fikrini ortaya atar. Başkaları da süpervizyonun çok-yönlü doğası olduğuna dikkat çekerek hasta, terapist veya süpervizör tarafından bir bağlamda başlatılıp, başka bir bağlamda tekrar edilebileceğini söylerler (Stoltenberg ve Delworth, 1986; Ekstein ve Wallerstein, 1972).
Paralel süreci en iyi tanımlayan teorinin alan teorisi olduğunu düşünüyoruz (Lewin, 1952). Lewin birey ve çevresinin karşılıklı ilişkiselliğine vurgu yaparak, hem iç dünyaya ait duygu, his ve düşünceleri hem de dış dünyadaki canlı veya cansızları ele alır. Bir insanı anlayabilmek için içindeki bulundukları bütün konteksti anlamak gereklidir. Bu kontekst veya alan her parçasının diğerini etkilediği, yani herşeyin diğerleriyle bağlantılı olduğu dinamik ve etkileşimli bir sistemdir. Bu nedenle psikoterapide hasta ve terapist arasında, süpervizyonda ise terapist ile süpervizör arasında karşılıklı bir etkileşim bulunur. Süpervizyon bağlamında her iki sistem de (terapist-hasta ile terapist-süpervizör) kesişir böylece terapötik ilişkinin varolan doğası, hastanın, terapistin ve süpervizörün kişisel hikayeleri ile birleşerek bu alanı etkiler. Aile terapisi, olaylar ve anlamlarının çok-nedenli, çok-belirleyenli ve karşılıklı olduğu döngüsel bir nedensellik olduğunun çoktan farkına varmıştır. Lineer bir neden sonuç ilişkisi olduğunu varsayan Newtoncu yaklaşımla belirgin bir biçimde çelişen bu yaklaşım alanla ilgili geçmiş, bugün ve geleceğe dair tüm yönlerin ele alınması gerektiğini söyler.
Devamı için tıklayınız